geçen sabah çok fazla uyuyamadan uyandım. gece geç ve aç karnına uyumuşum, bu yüzden miğdemin gurultusu sabah sabah çalar saat vazifesi gördü adeta. odanın içine bakındım biraz. yatağın içinde beş saniye kadar gerindim, sonra orta parmağımla kafamı kaşıyıp yataktan kalktım. hızlı kalkmışım, gözlerim karardı. zaten karnım da aç... mecburen yatağımın ucuna oturdum. biraz gözlerimi ovuşturup tekrar ayaklandım. ayaklanınca fark ettim ki çok çişim gelmiş. tuvalete gitmeye karar verdim. girdiğim gibi ayaklarımın üşümesiyle irkilmişim. önce terlik aradım biraz etrafta ama sonra tuvalet terliklerini tam bir hafta önce gece yarısı evi terk eden eski sevgilimi kafasından vurmak için pencereden fırlattığımı hatırladım. onu vuramamış olmamın yanısıra arabanın birini vurup alarmını çalıştırmam komşuların da terlikle benim kafamı vurmaya çalışması ve sokağın renk renk terliklerle dolmasına sebep oluşum geldi gözlerimin önüne. komşular arasında pek sevilmeyen bir adam olduğumu düşündüm.
bir an çişimin etkisiyle irkildim ve tuvalete giriş amacımı hatırladım. çok geçmeden tuvaletteki görevimi tamamlamıştım.
tuvaletten çıkımamla mutfağa geçmem bir oldu. ne kadar kolaçan etsem de evde doğru dürüst yiyecek bir şey bulamadım. bir haftadır eve yemek için hiç birşey almamıştım. sürekli dışarıda yiyordum. eski sevgilim pek temiz bir kız değildi, güzel yemek yapardı ama mutfağı -çok afedersiniz- bok içinde bırakırdı. beni terk ettiğinden beri mutfakta yemek yapılmadığından, geçmişte böceklerle dolu olan bu yerde böcek falan kalmamış hepsi aç kalıp yemek bulmak için başka diyarlara göç etmişlerdi. dolayısıyla yemeklik bir şeyler almak için bakkala gitmeye karar verdim.
binadan çıktığım gibi mahallenin veletlerinin top oynadıklarını gördüm. onları öyle futbol topunun peşinde koşuşurken görünce birden yine düşünce bulutumun içinde boğulmaya başlamıştım...
futbol izlemeyi pek sevmem ama sevgilimin muhabbeti beni çok baydığı için onu evden kaçırmayı planlayarak hafta sonu televizyonda hiç tanımadığım avrupa liglerinden futbol maçı açıp elin blackburn'lüsüne, nothingam forest'lısına küfür ederdim. o da dayanamaz, diğer odaya gidip kitap okur ya da internette king gibi, briç gibi entel oyunları oynardı. o odayı terk edince ben de televizyonda magazin programlarını izler, bu sefer de ünlülere küfrederdim. o da küfürleri duydukça odaya yaklaşmaz, ben de kendimle başbaşa, huzurlu ve küfürlü dakikalarımın zevkin çıkarırdım.
tam ben çocuklara bakakalmış bunları düşünürken, yolun karşısından çok güzel bir kızın geçtiğini farkettim. o nasıl bir güzellikti öyle ya'rabbi... en çok o mükemmel şekilli dudakları ve bakana cenneti anlatan bakışları beni benden almıştı. kalp ritmim birden çok hızlandı. hiç bir şey düşünmeden kızın orasına burasına hayran hayran bakan, içi kıpır kıpır bir adam olmuştum ki tam da o sırada çocukların en büyüğünün (ebat olarak) çektiği şut suratımda patladı. kız, yüzüme alaycı ve aşağılayan küçük bir bakış atarak uzaklaştı.
çocuğa biraz küfür ettim ve yoluma devam ettim. çünkü açtım! on metre yürüdükten sonra birden birşey gördüm ve etrafımdaki herşey sanki birden farklılaşmaya başladı. gördüğüm şey; karşı kaldırımdan gözlerimin içine dik dik bakan büyük bir sokak köpeğiydi. onu öyle öfkeli görünce çok garip hissetim. birden yine düşünce bulutumun içinde boğulmaya başlamıştım.
her hafta sonu eski sevgilimle sahile iner ve onun sürekli gülümsediği, benimse "bitse de eve gidip, bir bira açıp -çok afedersiniz- osura, osura biraz kestirsem." diye düşündüğüm yürüyüşler yapardık. yine böyle bir haftasonunda sahilde sevgilimle sakin sakin yürürken birdenbire azgın bir köpek üzerimize doğru koşmaya başladı. ben korkup hemen eski sevgilimin arkasına geçip kollarından tutmuş, onu köpeğe doğru siper etmiştim. o da fütusuzca çığlıklar atarak ortalığı ayağa kaldırmış köpeği de korkutup kaçırmıştı. köpeğe acımıştım o gün. şimdiyse kendime acıyordum. çünkü açtım!
bunları düşünürken karşımdan çok güzel bir kızın geldiğini farkettim. "aman allahım!" dedim, "galiba aşık oluyorum!". o nasıl bir güzellikti öyle. saçları harika dalgalarla beline kadar uzanan bir nehir gibiydi. incecik beli göğüs kıvrımlarının ve kalça kemiklerinin mükemmel görünmesini sağlıyordu. bense; harika bir sanat eserinde kendi hayatını bulmuş, esere dalıp giden, eserin içinde kaybolan bir sanat sever gibi kızın güzelliğinde kaybolmuştum ki karşı kaldırımdaki köpek üzerime doğru, havlayarak koşmaya başladı. ben de korkup bakkala doğru koşmaya başladım. allahtan köpek caddenin karşısına geçmedi de paçayı kurtardım. o hızla, o korkuyla, bakkala kadar koşmuşum. muhtemelen kız arkamdan alaycı bir şekilde gülmüştür.
bakkala geldiğimde önce ekmek almak için ekmek dolabını açtım. en iyi ekmeği seçmeye çalışırken bakkal, "alcaksan al! hepsini elleme ekmeklerin abdesini kaçırma!" dedi. ne demek istediğini anlamadım, pek de önemsemedim, ellemeye devam ettim. arkamda pofurdayan bakkalın bakışları eşliğinde ağzıma layık iyi pişmiş taze bir ekmek buldum ve alıp dükkana girdim. ekmekle birlikte yemek için bakkaldan zeytin istedim. yeşil zeytinden yedi tane yedikten sonra az ekşi olduğu için almamaya karar verdim. sonra bakkalın "ya sabır" çekişini dinlerken siyah zeytinden de yedi tane yedim ve onu da çok tuzlu olduğu için almadım, "neyse kaptan sen bana 250gr beyaz peynir ver." dedim. bakkala neden "kaptan" dedim ben de bilmiyorum ama kaptan bana, "o kadar zeytin yedin peyniri mi beğendin?! töbe, töbe..." diye çıkıştı. bense kaptanı takıntılı olduğum için bir iki tane zeytin yiyemediğim, yedi ve yedinin katları kadar zeytin yersem ancak rahat edebildiğim konusunda aydınlatmak istemedim ve peyniri tartması için susup sadece bekledim. peyniri tartan bakkal bir türlü 250 gr'ı denk getiremiyor her seferinde 250gr'dan ya fazla ya da az olan peyniri paketleyip bana kaktırmaya çalışıyordu ama ben takıntılı bir insan olduğum için tekrar tartıp 250 gr'a denk bir peynir vermesi konusunda ısrarcı oluyordum. ısrarlarım sonucu çileden çıkmış bir bakkalla karşılaştım. bana sürekli defolup gitmemi söylüyor, bense peynirimi almadan gitmeyeceğimi söylüyordum. bana defolup gitmemi söylüyor, bense dalgın ve sabit bakışlarımla onun yüzünde belirsiz bir yerlere bakıyordum. bana defolup gitmemi söylüyor ve tezgahın altından haydarı* çıkarıyor, bense düşünce bulutumun içinde boğulmaya başlıyordum.
sevgilimle en son kavga ettiğimizde ben de ona git, defol git diye bağırmıştım. ilişkide suçlu taraf yoktur aslında iki taraf da suçludur. ben de ilişkim içersinde hep böyle düşündüm. kavgalarımızda onu suçlamak yerine hep evden kovmayı tercih etmiştim. o ise yüzsüzlük edip bir odaya kapanıyor ve ağlıyordu. ama sonuncuda nasıl olduysa çekip gitmişti. ben de, şaşkınlıktan olsa gerek, pencereden kafasına terlik fırlatmıştım.
terlikleri düşünürken birden dükkana bir kız girdiğini gördüm ve terlikler o anda aklımdan silindi. o nasıl bir konuşmaydı öyle, o nasıl bir sesti öyle? kızın, "n'oldu bakkal efendi, neye kızdın?" diye sorusu sanki cennette ibadet eden meleklerin benim için dua eden güzel sesleri gibi gelmişti bana, ki bana bir melek ancak beddua eder diye düşünürüm. işte öyle bir sesi vardı. öyle bir sesti ki bu, çıktığı vücudu da sanki tınısı kadar güzelleştirmişti. ancak böyle güzel yüzlü, böyle güzel göğüslü, böyle harika bacaklara sahip bir dişiden böyle bir ses çıkabilirdi. tam da, yıllardır aradığı melodiyi bulmuş, mükemmel bir kulağa sahip, çok seçici bir dinleyicinin ruhu gibi kızın etkisiyle sarılmıştı ki vücudum, beynim; o anda haydarı ensemde hissetmemle sarsıldı. çok acı çekiyordum. çünkü açtım!
birden peyniri almam gerektiğini düşündüm. peyniri kaptığım gibi ekmeğin olduğu poşedin içine attım. o gazla ve hızla bir avuç da zeytini ekledim poşete. kızın yanından sıyrılıp bakkaldan kaçarken bana nefretle ve alaycı bir gülümsemeyle baktığını farkettim. bakkaldan koşarak uzaklaşırken bir an arkama baktım ve bakkalın üç, dört adım arkamda, elinde haydarla koşturmaya başladığını gördüm. peşimi bıraksın diye korku içinde cebimdeki 10tl'yi havaya doğru fırlattım. neyse ki bu onu durdurmaya yetmişti.
beş dakika içinde binamızın dış kapısına gelmiştim.
evime girdiğimde önce elimdeki poşetin içine bir baktım, sonra da boş odaya... az önce karşılaştığım, gördüğüm kızlar aklıma geldi ve kendi kendime dedim ki, "ilk görüşte aşk yalanmış!". bana hep acı verdiğini, başka da bir işe yaramadığını düşündüm. yine elimdeki poşedin içine bir göz attım ve içimdeki sızıya dayanamayıp eski sevgilimi aradım. "gel! lütfen gel!" dedim, "sana çok ama çok ihtiyacım var.". o da ağlayarak, "benim de sana çok ihtiyacım var aşkım, seni çok özledim hemen geliyorum!" dedi. hemen telefonu kapattık.
düşündüm... o bana ilk görüşte aşık olmuştu ve bu yüzden benden vazgeçemiyordu, bense sadece çok açtım!..