bayramlar hayal ederdik birlikte. bayram günlerinde kapı kapı dolaşıp poşetlerimizi şeker doldurcak, sonra bayılana kadar onun şeker hastalığına aldırmadan şekerleri yicek, şeker kağıtlarından koleksiyon yapacaktık. biraz büyüyünce alıp başımızı gidecek, eskiyi silip her şeyin "yeni"siyle hayata başlangıç yapacaktık. yeni bir ev, yeni insanlar, yeni arkadaşlar, yeni sevgililer, yeni bir ömür... geçmişinden hatta bugününden sıkılan, kaçmak isteyen iki insanın tek hayaliydi belki de... ne çocukça hayallerimiz vardı. basit, ufak, anında güzel gelip sonradan gülümseyerek anımsadığımız... sadece bundan ibaret değildi elbette... gençliği, evliliği, çoluk çocuğa karışmayı, onlarla vakit geçirmeyi, yaşlılığı, yaşanmayı, ellerimizin buruşuk buruşuk olduğunda bile aynı kahkahayı atabilmeyi hayal ederdik. hayal olduğunu bilir bir de onun için kahkaha patlatırdık uzun uzun... hayaldi ama hep güzeldi o hayattayken. onunla anlamlıydı onlar. en azından hayallerimize bile birlikte gülüyor, birlikte dalgasını geçiyor, birlikte saçlamayana kadar kuruyorduk da kuruyorduk... her gün o anların tadını özlemek, "keşke"lerle yaşamak kadar kötü bir şey yokmuş hayatta. insanın tek dostunun, tek sırdaşının, tek ablasının, tek kardeşinin yokluğu eksileceğine kat kat büyüyerek ekleniyormuş her geçen gün...
onsuz geçen ilk bayram... sıkıcı, boş, anlamsız gibi gelen, bir yarımın eksik olduğu bayram... bayram gibi olmayan bayram da denebilir. aylar öncesinde; "bizim daha çok vaktimiz nasılsa geldiğinde. ne güzel o zaman hep gülcez lan di mi" deyişi kulaklarımda. acı bir hatıra gibi... ona inanıp kalkıp gidişim ise pişmanlığımın temeli. o gün onu son görüşüm olduğunu bilememek de isyan sebebi adeta. "bu gidişe sen beni gömersin kesin turp" dediğimde o kadar ciddiydim ki halbuki. ölümü hiç kabullenmemiştim o an için. ne ona yakıştırıyordum ne kendime... başa gelince kondurabildim mi? o da ayrı bir sorun ya neyse... zaman zaman hala inanmamaktan, bir yerlerden çıkıp geleceğini düşünmekten alamıyorum kendimi. neyin umudu varsa hala içimde...
saatlerce konuştuk uzaktayken, telefonumun hiç susmadığını şimdi anlıyorum. bir arayan oymuş meğersem. çok buluştuk, sohbet ettik, yedik, içtik, uyuduk, zirveler yaptık... hep birlikteydik. dönüp baktığında koca bir hiçi görmekle benim bile içimin acımasına neden olan arkadaşlara(!) sahip dosttu aslında. mevlidi vardı geçen ay... kimse yoktu. ne acı... onlara en çok muhtaç olunan anda bir allahın kulu yoktu. zirvelerde o kadar atıp tutan, sözlükte pohpohlayan onlarca insan uçuşa geşmişti anında... her şeyin yalan, söylenen her sözün aslında palavra, sırtı sıvazlayan her elin aslında ne kadar riyakar olduğunu bana öğretti. her şeyime yardım ettiği, bilmediğim birçok şeyi öğrettiği gibi... keşke öğrenmeseydim de o hala yaşasaydı...
tanım: anılarda hala yaşayan, her an akılda olan, hissedilen, telefondaki kayıtlı ismine, numarasına baktıkça insanı eski günlere götüren, kahkahasının duyulamamasıyla zaman zaman insanın gözlerini dolduran yazar. hayallerin ortağı, hatta üstüne kurulan bi ton hayalin sahibi... sevilen, çok fazla özlenen, her duada ismi geçen, oradaki ilk bayramı kutlanılası yazar. *
ellerinden öpüyorum ablacım. bayramın mübarek olsun... **