ramazan da içki içmenin bedeli

entry3 galeri
    1.
  1. öncelikle, maddi anlamda bir bedel veya meblağ kast edilmemektedir bu başlıkta.

    içki içilirken ve içki içildikten sonra geçen bir-iki gün içinde, insanın başına envai çeşit musibetin gelmesi, ramazan da içki içmenin bedelidir. ben bu bedeli ödedim dostlarım. hem de çok ağır ödedim. o yüzden, kimse bana gelip de, ramazan da içki içmenin bedeli, paha biçilemez. geri kalan her şey için master card demesin.

    her şey, iki tane sikko arkadaşın antalya ya öğrenim hayatını sürdürmeye gitmelerine bir gün kala başladı.

    olaydan bir gece önce, yarın buluşmak için msn denen zımbırtı vasıtasıyla sözleştik. öğleden sonra, saat 4 sularında kalktım. buluşma yerine gittim. (buluşma yeri de iddaa bayii amına koyim) baktım, çocuklar yan taraflarındaki ihtiyarla derin maç analizleri yapmaktalar. rıdvan dilmen, bunlara kıyasla bir bok değil. rıdvan dilmen, golden birkaç saniye önce golün haberini veriyor. bunlarsa, ilk yarıda şu kadar gol olur; ikinci yarıda şu kadar gol olur. şu adam çok formda, biri ilk yarı, diğeri ikinci yarı olmak üzere iki tane atar falan diyorlar. onları derin analizleriyle baş başa bıraktım. hazır bayiye kadar gelmişken iki kupon yapayım, sonra da bizim tayfayı dürterim, dışarı çıkarız diye düşündüm. kuponlarımı yaptım, bizimkilerin sohbetini siktim ve dışarı çıktık.

    hiçbirimiz de oruç tutmuyoruz. yaktık sigaraları tabi. sonra şehre indik, akşama kadar tavlaydı, yemekti, boktu püsürdü oyalandık. akşam oldu. hadi artık siktir olup gidelim evlere dedim. dur, biraz daha dolanalım, sonra geçeriz dediler. iyi bari dedim.

    kaptan büfe'nin önünden geçiyorduk. herifin biri elinde büyük bir siyah poşetle çıktı. poşetin içindeki şişelerin birbirine çarpmasıyla ortaya çıkan melodik seslerle kendimizden geçtik. kendimize geldikten sonra, şom ağzına sıçtığımın ahmet i olm, yarın akşam gidiyoruz lan. kaç ay daha yokuz burada. sahilde son kez demlenmeden mi gitcez hamuna koyim dedi. içkiye, sigaraya düşkün, oruç tutmayan pis bir adam olmama rağmen, ramazan da hayatta içki içmemiş bir insan evladıydım. haliyle karşı çıktım. allem ettiler, kallem ettiler, beni içki içmeye bi şekilde ikna ettiler. kaptan büfe'ye girdik hemen. iki adet 70'lik viski aldık. üstüne de cila niyetine 3 şişe efes aldık. sonra da geçtik sahile.

    samsun'da sahilde içki içmek yasak. hele bir de ramazan'da ulu orta içersek götümüzden kan alır bu millet diye korktuğumuz için, sahilin hemen yanındaki parkta, ışık almayan, ücra bir köşeye geçtik. kola şişelerinin yarısını boşalttık. bitter çikolatalarımızı erişebileceğimiz müsait bir yere koyduk. başladık içmeye.

    birisi görecek diye götümüz tutuştuğu içün bayağı hızlı içtik. bardaktan içsek, sürekli fondip yapmış olurduk, o derece. viskiler bitti. hızlı içtiğimiz için pek bir şey hissetmiyordum. sonra, biralara geçtik. saat bayağı geç olmuştu. o yüzden sahil boyu yürüyerek biralarımızı yudumlamakta bir sakınca görmedik. kalktık ayağa. vurduk kendimizi yollara.

    ayağa kalkınca başım çok fena döndü. mert ten destek alayım diye elimi omzuna attım. ikimiz de yere kapaklandık. o benden daha fenaydı! neyse, güç bela kalktık ayağa. sahilde yürümeye başladık. çapraz yürüdüğümüz için 100 metre yolu takriben üç dakikada anca yürüdük. ahmet, çişi geldiğini söyledi. kenardaki lambanın dibine işemeye başladı. işediği esnada bana dönüp bir şey söylemeye, daha doğrusu bir şeyler gevelemeye başladı. hala işiyordu pezevenk. ayakkabıma doğru bilinçsizce işemeye başladı. sikini başka yöne çevirmeye çalışırken üzerime işedi. şimdi siktim sülaleni diyerek donumun ipini çözdüm ben de. başladım bunun üzerine işemeye. sidiğimden kaçarken arkasındaki banka takıldı, yere düştü. elini, bankın demiri sıyırdı. yerden envai çeşit orijinal küfürlerini benim güzel anama, çileli anama savurarak doğruldu. sen nasıl anama söversin lan diyerek boğazına yapıştım. yine kaçmaya çalıştı, yine düştü. kahkahalar atarak, baba kusura bakma ağzımdan kaçtı dedi. o esnada da, eliyle beni hafiften itmeye çabaladı. sarhoşla sarhoş olunmaz dedim, affettim fukarayı. yürümeye devam ettik. bira şişeleri hala elimizdeydi. ahmet in elinde yoktu ama. yere düşünce tuzla buz oldu güzelim şişe. mert, birasını bitirdi ve parka doğru şişeyi savurdu. şişe, parktaki lambaların birini teğet geçti. "hahaha, az daha kırıyodum la lambayı, hahaha" dedi. ahmet, "hadi la, şişeleri lambalara fırlatalım, hepsini kıralım" dedi. ben de "lan mal, senin şişe demin kırıldı zaten" dedim. o da, "haaa, o zaman sizin şişelerle kıralım" dedi. üç kişiydik ve elimizde sadece bir bira şişesi vardı. "alın kırın olm siz. beni bulaştırmayın" dedim. verdim ellerine şişeyi. birisi fırlattı, isabet ettiremedi. diğeri koştu, düşen şişeyi aldı. fırlattı, o da isabet ettiremedi. "verin lan, çok zevkliymiş. ben de yapıcam" dedim. fırlattım, isabet ettiremedim. en son, mert gitti şişeyi aldı. "beni izleyin şimdi, nasıl kırıcam lambayı, görün" dedi. baktım, çocuk sarhoş sarhoş lambanın direğine tırmanmaya çalışıyor. ilk denemesi hüsranla sonuçlandı. ikincisinde biraz tırmanabildi. şişeyi oradan beri fırlattı. yine tutturamadı. bu sefer ben aldım şişeyi elime. biraz tırmandım, fırlattım sonra. ardından çaaaat diye bir ses geldi ve lambanın parçaları üzerime doğru gelmeye başladı. can havliyle oradan yere atladım, ayağımı burktum. topallaya topallaya yürümeye devam ettim sonra.

    ne güzel, efendi efendi yürümeye başladık. hemen ileride bi tane uyuz sokak iti vardı. ahmet, "gel lan buraya" dedi. köpek, tepki vermedi. o da, ona sinirlenmiş olsa gerek, köpeği kovalamaya başladı. ben de "çok zevkliymiş lan, ben de kovalayacağım" diyerek, köpeğin peşine takıldım. muvaffak olamadık. bu sevdadan vazgeçtik ve yürümeye devam ettik. en sonunda birimizin aklına, saatin kaç olduğuna bakmak geldi. "ananı sikiiiim, saat 11 olmuş laaan" dedi mert. ahmet de "hadi evlere dağılalım" dedi. "manyak mısın olm, ramazan ramazan, bu halde eve gidersem, peder yedi sülalemi siker. ben eve gidemem" dedim. sonra, kafa sallayarak beni anladıklarını belirttiler. sonra, biraz düşündüler ve onlar da eve gittikleri takdirde envai çeşit işkenceye maruz kalacaklarını fark ettiler. eve gitmeme konusunda mutabakata vardık. eve gitmeyecektik ama nerede sabahlayacaktık? bu büyük bir sorundu. mert, yazlıklarının anahtarının cebinde olduğunu söyledi. hemen dolmuşların kalktığı yere gittik.

    dolmuşa bindiğimizde saat 11 i geçmişti. dolmuş tıklım tıklım dolu olmasına rağmen, şoför hala bekliyordu. dışarıda taşaktı, goygoydu vakit geçirerek hem kendi vaktini hem de bizim vaktimizi çalıyordu. uzun bir bekleyişin ardından dolmuş şoförü aramıza katıldı, kontağı çevirdi. o esnada saate baktım. 12 yi 3 dakika geçmişti. bu totoş meğersem saatin 12 yi geçmesini bekliyormuş. %50 zammı alacak ya 12 kişiden... ibne. söyleseydin, verirdik lan farkını. niye bekletiyon bizi? göt.

    mert, pür dikkat yolu izliyordu. ben de onun yolu izlediğini görünce, yazlığa gidene kadar biraz kestireyim dedim...

    mert'in dürtmeleriyle uyandım. "şşt kalk lan. çoktan geçmişiz bizim yazlığı. heeey, kime diyorum" diyerek uyandırdı beni. taa ebesinin amına kadar gelmişiz. indik dolmuştan. geri dönmek için dolmuş beklemeye başladık. bekle bekle, dolmuş gelmedi. yürümeye karar verdik biz de. takriben yarım saat yürüdük ve dolmuş geldi. bindik dolmuşa.

    eve geçtik. ahmet, "habuk hol holm, habuk" gibisinden bir şeyler gevelemeye başladı. kapı açıldığı gibi, halıyı kusmuğa buladı. bi de pişkin pişkin, "ohh bee, rahatladım" demez mi? bizimki hepten çileden çıktı. "siktir et onu şimdi, sabah temizleriz. gel, şimdi yatalım." dedim. ve mert'i yatıştırdım. gittik uyuduk.

    puff, çok uzun bir yazı oldu. sıkıldım.

    devamı içün; (bkz: dişinden muzdarip gencin diş hastanesindeki dramı/#6121095)
    4 ...