mahsun kırmızıgül'den beklemediğim bir film olmuş. belki de bundan evvel yönetmenliğini küçümsemişliğimden olabilir. ancak ruhumu titretti ve "derin bir ah" çektim izlerken. ama...
ama siz buğulu atlasları bilir misiniz? bir sabaha doğru, aniden, olmadıkları haritalardan silinen buğulu atlas köylerini bilir misiniz?
bilmeyenler için bahsedelim. buğulu atlaslarda çocukların kaderlerini belirleyenler elbette sürüp gitmekte olan ve hep öldürerek barışı sağlayacaklarına inananların hükümran zihniyetleridir. legal yahut illegal ayırdına varmadan muktedirliğin ağır pozlarındandır ki iki dudak arasından çıkan bir çift söz ile o köyler yıkılabilir, yakılabilir yahut yok olabilir. o köylerde gözlerini hayata açan çocuklar eğer ölmedilerse zaten ailelerinin gölgeleri altında hep eksik bir çocukluk büyütürler. onların kaderleri filmdeki gibi çamaşır makinesinde ölmek yahut sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu'na yollanmak değildir. onların köylerinde çiriş bitkisi toplamak suçtur. çünkü birçoğunun kaderi hazal beru'nunki gibidir. farklı yollardan da olsa birçoğunun sonu ölümdür. bir çoğunun sonu mizgin özbek gibidir. "çocuk kadın dinlenilmeye" emrini andıran bir türdendir ölümleri. ancak onları öldüren kurşunlar öylesine yasaldır ki onlara soruşturma dahi açamazsınız. uğur kaymaz gibi 12 yaşındaki bedenlerine 13 kurşun sığdırmak zorundadır onlar, arkalarında bir gülücük bırakarak masum bir gülümseyişle kaderlerini yaşarlar. hep doğrudan kabullenmekteyiz olan biteni ve isyan mefhumu aşılmaz dağların ardında öte coğrafyalarda ikamet etmekte. susmaktayız. 13 kurşundan geriye kalan sonsuza endeksli bir sessizlik, bir sahipsiz avaz yankısız. rozerin aksu gibi olunca zaten dava açmak sözkonusu olamıyor zira öldürenleri bulmak güç. öldürenin kimliğini saptamak imkansız. bu yüzden meçhul failleriyle yeni bir halka oluyorlar öldüreni belirsiz cesetler zincirine. 4 yaşındaki rozerin aksu'nun kaderini belirleyen kim? ya babasının? enes ata'nın? ismail erkek'in?
peki o yakılmış buğulu atlaslardan şehre zorunlu göç ettirilenlerin başına neler geliyor? o vakit sevcan yavuz oluveriyorlar. panzerler eziyor 7 yaşında düşlerini. çünkü "büyümez ölü çocuklar" ve donup kalan gözleriyle sevcan yavuz büyümüyor. 7 yaşında bir okul bahçesinde bir panzer tarafından ezilmiş bir ceset oluveriyor.
şehirde doğup büyümeye çalışanlarına neler oluyor? dilara dumru oluyorlar. açık bırakılmış bir rögar kapağından ölüme sürüklenirken 5 yaşındaki bedeni "ateş düştüğü yeri yakar" bencilliğiyle düştüğü yeri yakan ateşi söndürmekte gecikmiyorlar. ateş düştüğü yerde sönüyor aniden. güçlü olan haksız olan olsa da, güçsüz olanı susturuyor ve öyle ya konuşanı sevmiyor bu ülke.
o yüzden sahiden sorasım var mahsun kırmızıgül'e, bu çocukların kaderi bu filmde anlattığın gibi mi belirleniyor? yani sadece kardeş kardeşi mi öldürüyor? yahut çocuklar çamaşır makinelerinde mi ölüyor? asıl soru ise, filmim sonunda sayıları belirtilen zorunlu göç mağdurlarının köyleri böyle rica minnet mi boşaltılıyor?
iki kardeşten pkk'lı olan ile asker olanın birbirleriyle şu diyalogu var ya;
-çatışmada karşı karşıya gelirsek ne yapacaz abe?
+ben ölünce terörist sen ölünce şehit olacaksın
keşke mahsun, keşke şu diyalogta söylediğini çocukların kaderleri için de söyleyebilseydin. yani şunu diyebilseydin
-burada yaşayan çocuklar öldükleri zaman sadece ölmüş oluyorlar!
"...
kenger toplarken ellerine diken batan çocuklar,
bilmezlerdi gözleri bağlanıp kurşunlanan bir aşkın
hazin bir ünlem bırakacağını hayata.
bilmezlerdi bütün melodramların yalan olduğunu
çekirdek çitlenen eski yazlık sinemalarda.
onlar hâlâ gülümsüyorlar buğulu bir atlastan.
anıları damlıyor fotoğraflardan...