Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
Daha çok seviyorum Cansever'i, Uyar'ı, Can Yücel'i
Bir de fethi Naci'yi, ve elbet Mustafa Kemal'i
Ankara Ankara
Bir kent değil burası, bir acenta dizisi,
Bir işhanı, bir umumi mümessizlik belki,
Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.
Sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?
Birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri.
Opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir
keman kutusu,
Osmanlı Bankası davul;
Ve Emlak Kredi'yle başlayan camdan metalden bir melodika
ordusu:
Dol (An) kara bakır dol!
Biletim öldü;
Gömleğim kirli.
Ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde
Yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli?
Ne derdi buna Sadettin Köpek, Necmettin Pervane ne derdi?
Tiren kuşları daha Eskişehir'den başlayarak
Çarpa çarpa bedenlerini kara vgonlara
Can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini.
Evliya Çelebi'ye kenti gezdiren rehberin de
Sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.
Bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor
Yine de, belli, içi içine sığmıyor.
Büyük Millet Meclisi'ni hiç gözden kaçırmamakta
O nereye giderse peşini bırakmayan Ankara Oteli:
iş Bankası da kendine özgü bir humour'la süzüyor
Şimdi biraz daha aşağıda kalmış Anıt-Kabir'i.
işe bak, dün humour sözcüğü için Fransevi'yi açtıydım,
'Şetaret' diyordu yanlış okumadımsa Şemsettin Sami:
Ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın Çankaya'ya!