hümanizm... ne de güzel şeydir. adını andığınızda geleceğin dünyasına, barışın ve kardeşliğin hüküm sürdüğü diyarlara doğru yolculuğa çıkacağınızı sanırsınız. peki ya gerçek bu mudur? 15. ve 16. yy'ın aydınlanma geleneğini başlatanların, skolastik düşünceye karşı bir huruç harekatı başlatanların bugünkü dinamiklerle anlamak mümkün müdür?
iç karartıcı bir dogmatizmin ve can sıkıcı bir duranlığın var olduğu, hızla zenginleşen ve iktidarı talep eden bir sınıfın varlığının ortaya çıktığı bir dünyada ortaya çıkmıştı hümanist dünya görüşü. temelinde mülk edinme düşüncesinin din, dil, ırk göz etmeksizin bütün insanlığın ortak değeri olduğunu, ogünkü durgun dünyanın asalak ayrıcalıklı sınıfların yıkılmasıyla geleceğini düşünüyorlardı. var olana, verili olan bir başkaldırı, bir yarma harekatıydı. peki o halde o günün dünyası yerle bir edildiğine ve o dönemin artıkları bu yeni zengin sınıfın elinde korkunç bir canavara dönüştüğü günümüzde hümanizm varlığını sürdürüyor mu? acaba o aydınlanma geleneğinin düşüncesi günümüzde aynı saiklerle bir ulusa içkin bir biçimde tanımlanabilir mi? zannetmiyorum, bunu düşünenlerin ya saf ya da kendi faşist düşüncelerine temel arayan biri olduğunu düşünürüm. her naneye demokrasi ve insan hakları ile gidenlerin ciddi anlamda günümüzün kahredici dünyasında tecrit oldukları alanlarda kendilerini kandırdıklarını düşünmekteyim. ancak aksi taraftakilerin de kendi düşünceleri meşrulaşsın diye tarihsel husumetlerden gelen bir takım antika kalıntıları gözümüze soktukları da bir diğer gerçek.
o halde aslında şunu söylemekte fayda var; bu iç karartıcı dünyada hümanizme sarılmanın kendini kandırmak olduğu, diğer yanda bir ulusa ait davranış kalıplarının ise bir noktadan sonra genelleştirilemeyeceğini, geçmişten gelen kalıntıların her ulusta içkin bir biçimde kültür ile korunduğunu söylemek gerekiyor. diğerlerin hepsi yalan, hepsi gerçeğin saptırılması.