17 ağustos 1999 marmara depremi

entry569 galeri video5
    126.
  1. uzun bir müddet geceleri uyuyamama, psikolojik tedavi görme sebebi. dönüp baktığımda aklıma ilk gelenler; enkazdan çıkardığımız vücudundaki tüm kanı boşalmış, kağıt gibi olmuş insanlar, kolonun altında kalan bacağını kasaturayla kesip kurtulmaya çalışanlar ve sırf pintilikten duvara monte edilmemiş allah'ın belası bir dolap yüzünden uçup giden bir peri kızı... ha, unutmadan benim beyaz camda ilk görünüşüm de o zamana rastlar. sanki şimdi çok medyatikmişim gibi kurdum cümleyi ama idare ediverin. inegöldeki abilerim bana bir türlü ulaşamayınca öldüğümü düşünmüşler, 'ne olurdu ısrar etseydik kalması için? 16 ağustos'ta gitti 17 ağustos'ta depreme yakalandı' diye üzülürlermiş. hatta o derece ki; bıraktığım tişörtü dükkanın duvarına asmışlar. sonra bir gün tv izlerken bir moloz yığınının üstünde oturmuş sigara içen uzun saçlı bir yiğit görmüşler. valla haberim yoktu, bilsem öyle plajdaymış gibi uzanıp sigaramı tüttüreceğime başımı ellerimin arasına alıp acılı pozlar verirdim. sanmayın sakın birilerinin ölüsü üzerinde keyif çatmayı seviyorum, sadece ufak bir mola vermiştik.

    adapazarı'na gelen yardımların gönüllüler ve görevliler tarafından iç edilmesine de şahit olduk, evinde en ufak bir hasar, can ve mal kaybı olmamasına, ocağı tütmesine rağmen sırf 'domuzdan kıl koparmak' düşüncesiyle gelip çadırlarda yemek yiyen, dağıtılan giyecekleri kapış kapış alan bencil, karaktersiz insanlar da. hatta bazıları o kadar alçaklaşmıştı ki, buralardan topladığı ayakkabı, elbise vb. eşyayı götürüp köyündeki çocuklara dağıtıyor ve sevaba giriyordu güya. 'bunda ne var'demeyin, ordaki kimsenin ihtiyacı yoktu buna. depremde kimsenin burnu kanamamıştı. fakat oranın uyanıkları devletten yardım alabilmek için viran durumdaki evlerini bu doğal afet sebebiyle kaybettiklerini beyan ediyor, hatta bununla yetinmeyip evin kirişlerine, kolonlarına balyozla saldırıyorlardı. ikinci derece hasar yetmedi, üç beş balyoz salla tazminat kabarsın.

    sırf halk izleyip de 'ah canıım ne kadar duyarlılar' desin diye numaradan arama çalışmalarına katılan fakat tırnağı kırılacak diye taşları özenle yavaş yavaş kaldıran medyatik şahsiyetler de gördük. zaten kameralarla birlikte onlar da kaybolup giderlerdi. tam donanımlı akut gönüllüsünün girmediği enkaza üstünü çıkarıp dalan, yaralıyı çıkarttıktan sonra oturup elindeki kuru ekmeği gözyaşları içinde yiyen yağız anadolu delikanlısı o asker var bir de. cahil, köylü, bağnaz, yobaz dedikleri bu samimi çocukların insanlığı aklıma geldikçe hala tüylerim diken diken olur. neredeyse tüm cemaatler, sedat peker gibi babalar yemek çadırları açarken bizim stk'lar neredeydi düşünürüm hala. gel de kız şimdi sakarya halkına oylarını akp'ye veriyor diye!

    ve politikacılar, ve çifte standart... rahmetli ecevit, bakanlar, milletvekilleri bir sürü siyasi geldi ifadesiz yüzleriyle. sadece başbakanın hüngür hüngür ağladığını 'lütfen adapazarı'na yardım edin, burada durum çok fena' diye yalvardığını hatırlıyorum. kalanları ise süslü festival öküzleri gibi salındılar ortada yalancı bir keder yapıştırılmış suratlarıyla. sonra devlet yardımları başladı, yalova bakan memleketi olmanın avantajıyla kısa sürede toparlanırken, zırnık koklatılmayan adapazarı halkı ankara'ya kadar yürüme eylemi yaptı. yetmiş civarında binası yıkılmış, altmışsekiz ölü vermiş karasu ilçesi afet bölgesi kapsamı dışında tutulurken kahramanmaraş'ın bilmem ne belediyesine yardım yapıldı. e haklılar tabii, belediye binasının sıvaları dökülmüş. yoksa birinin belediye başkanının fazilet partili, diğerinin ise mhp'li olmasıyla yakından uzaktan alakası yok.

    hep gam hep kasavet nereye kadar değil mi? bir komik anı sıkıştıralım bari araya:
    fransız kurtarma ekibi bir enkazdan ses geldiği duyumunu alır. uzun uğraşlar sonucu adama ulaşırlar. yukarı çekerlerken 'iyi misin, bir yerin acıyor mu' diye sorarlar ama bunlar asil adam bilirsiniz, kolay kolay fransızca'dan başka dil konuşmazlar. tam bir çark caddesi hafızı olan depremzede bunlara doğru kocaman olmuş gözleriyle bakarak ' eeh amına koyim ne depremmiş! ta fransa'dan çıktık' der.

    neydi tüm bu yaşananlar? kimilerinin dediği gibi hizaya gelmemiz adına gönderilmiş bir felaket mi yoksa normal bir doğa olayı mı? kader nedir diye soruyorum çoğu zaman kendime. acaba o gün bir arkadaşta kalmış olsaydım ben de ölecek miydim?

    peki ya o deprem sadece bir gün önce olsaydı şimdi yine gökyüzünden el sallıyor olur muydun bana? yoksa o kahrolası moloz yığınının altından beni de seninle birlikte mi çıkarırlardı?

    soruları bir yana bırakıp, öldüğümü düşünen çok sevgili bir abimin şiirini ondan izinsiz buraya yapıştırarak kaçızlarım. allah tekrarını yaşatmasın.

    ''saat gecenin üçü be halil
    saat gecenin tam üçü...
    sen yoksun.
    ekmeğim var,tuzum da ve hatta soğanım da
    bir sen yoksun yanımda
    bir sen yoksun be halil.

    saat gecenin üçü be halil
    saat gecenin tam üçü...
    bir bekçi düdüğü böler sessizliğini gecenin,
    bir de köpek havlamaları.
    saat gecenin üçü be halil,
    saat gecenin tam üçü
    bir de benim ağlamalarım.

    saat gecenin üçü be halil,
    saat gecenin tam üçü...
    neyleyeyim?
    ben üstü açılmış bebelerin,
    üstünü örtmek için nöbetlerdeyim.

    saat gecenin üçü be halil
    saat gecenin tam üçü.
    dördü hiç olmayacak
    dördü hiç olmayacak''
    11 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük