17 ağustos 1999 marmara depremi

entry569 galeri video5
    109.
  1. 10 yılın üzerinden silindir gibi geçtiği kıyamet gecesi.
    o gün israfil sur üfledi sanki..

    şu an bulunduğum odadaydım. uyuyordum.
    birden bir gürültü, uyanmak istemiyordum. ama uyandırdı, merak ettim.
    yatağın karşısındaki koca kitaplık ve dolap.. yahu nasıl anlatılır?
    iki koskoca eşya nasıl yaprak gibi zangır zangır titrer? titrerken birbirlerine çarpışları.
    hiç bir zaman unutamam o titreyişi.
    sanki tahtadan değil de kağıttandı her şey.
    dolaplar, duvarlar, tavan, yer, pencere, kapı, hepsi kağıttandı.
    "kıyamet" dedim içimden, hala devam ederken sarsıntı.
    ayağa kalkamadım, kağıttan tavan beni taşıyamıyordu.
    neyse ki babam beni yerden alıp eşiğe koştu, annemi görüyodum karşımda, sanki çok uzakta gibi.
    seneler sonra betonarme binalarda deprem sırasında eşikte durmanın en büyük tehlike olduğunu öğrenecektim.
    sonra uğultu bitti.
    "baba noldu?" dedim. 80ler istanbul neslinin ilk depremiydi bu, deprem aklıma bile gelmemişti.
    "deprem oldu" dedi.

    dede babanne bayramoğlunda. deprem kocaeli diyorlar. kesin gitti dedim.
    binanın altı kuyuydu zaten. sonra haber aldık, sorun yok.
    telefonlar kilit.
    dışarı çıktık, sabah ezanı vakti geri döndük. evde sallana sallana uyuduk.

    ama çok acaip bişey. tam kafanı koyacaksın, yine her şey kağıt gibi titriyordu.
    bu arada kartal sahildeyiz biz.

    telefonlar çalışmıyor hala.
    hani o yüzliralar döküp bir anda meşhur ettiğimiz "cep"ler, meğer iyi gün dostuymuş.

    elektrik geldi. televizyona baktık.
    helikopter canlı yayın.
    "bütün yalova dümdüz sayın seyirciler! yaşam belirtisi göremiyoruz!"
    annem koyuveriyor.
    şerefsiz muhabir, bu olaydan bile reyting almak için, yalovada tek yaşam belirtisi yok diyor.
    stadyumu görüyorum. daha yakın zamanda gittiğimiz annemin lise arkadaşı nursen teyzenin evinin ordaki stadyuma benzetiyorum. yok canım, değildir. inşallah değildir, bilmiyorum.

    sonra, ilk deniz otobüsüyle yalova'da yaşayan annemin akrabalarının durumunu öğrenmeye gittik yalova'ya.
    17 ağustos 2009, yalova. saat 8.30 civarı.
    kıyamet bu değilse ahali, hiç bir şey kıyamet olamaz.. sabah kıyameti.
    güneş doğudan doğmuştu ama kimse doğuya bakmamıştı bile. umurlarında değildi.

    önce zafer sitesinin 1 sokak gerisinde annemin babannesinin oturduğu eve bakmaya yola koyulduk.
    yolda, tadım balım dondurmacılarının yan binasında oturan teyzemlere de bakcaktık.
    sahil.
    çay bahçeleri. biçare sokağa fırlayan insanların belinde çay bahçesi örtüleri.
    sokaklarda oturanlar. ağlayanlar. herkese birilerini soranlar.
    ağlayanlar. haykıran, sükun eden. bir kalabalık. insan değiller sanki. duygu yok gibi.
    bir eksiklik var havadaki kokuda.
    yine seneler sonra düşündüğümde, o eksikliğin "umut" olduğunu anlayacaktım.
    havada umudun kokusu yoktu. bir sürü insan, sersefil. sokakta.
    teyzemin ev duruyor. ama teyzemler yok. en azından sağ çıkmışlardır.

    fatih caddesi.
    bir minarenin ortasından geçtim.
    birsürü yıkık binanın, kağıt olmadan önce beğendiğimiz ahşap evin yıkıntısının yanından.
    1 ay sonra içinden 7 ölü çıktığını öğrendiğimiz şu ahşap evin kağıt yıkıntısından geçtik.
    istikbal! yok? meşhur istikbal yok?
    sokak tarif ederken telaffuz ettiğimiz, "istikbalden 2 sokak sonra"nın istikbali yok?
    havadaki umutsuzluk kokusu bulaşıcı. şaşırsak da şaşırmış tepkisi veremiyoruz.

    büyük anneminizin evi, zafer sitesi yanı. zafer sitesi, yok?
    adresi tarif ederken söylediğimiz zafer sitesi yok? bişiler var ama zafer sitesine benzemiyor?
    kum ocakları gibi bissürü kum yığıntısı var?
    ama büyük annenin evi duruyo.

    sonra meteoroloji tarafına bi paşka eve bakmaya gittik, ordan dörtyola.
    4-5 saatlik ağır tabanvay yolculuğumda, 13 yaşıma kadar yaşadığım her acının çok salakça olduğuna kanaat ettim.
    bütün evler duruyodu bizimkilerin. ama bizim olmayıp da yıkılan o kadar çok ev vardı ki.
    sokak başlarından sesler çalınıyor kulaklara. sokağa dönüp bakmaya korkuyoruz.
    birileri çığlıklarda. gözüm ambulans arıyor, o bile yok.

    o televizyolardaki arama kurtarma hedeleri, o ilk gün yoktu işte.
    o gün komşu vardı belki yüzünü bile bilmedikleri, belki dükkan çırağı vardı adını bile bilmedikleri.
    başka kimsecik yoktu. ne devlet, ne kızılay, ne akut, ne hastane, ne ilkyardım..
    kağıtlar arasından "insan" kurtarmaya çalışıyorlardı "insan"lar.
    insanlığın yegane gıdası "umut"tan yoksun, bezgin..

    o gün hiç bi akrabamızı göremedik o kalabalık o hengamede.
    o gün geri döndük, babannemin bayramoğlundaki yazlığına gittik.
    çocukluğumuzun geçtiği plajda, çocukluğumuzun geçtiği kumlarda bi gece geçirdik.
    deniz gelsin bizi yutsun diyeydi herhal, hangi akla hizmet..
    cahillik işte, depremde nerde ne yapılcağını kimse söylemedi ki bu güne kadar bize?
    uyumak ne mümkün. ay pasparlak. yandaki adam horluyo, acaba kim?
    yerde, kumlar sanki elinle havaya atmışsın gibi hopluyordu.
    kumlar da kıyamet oyunununa katılıp korkutmaca oynuyolardı.
    o gece bayramoğlu plajı, hiç bir ağustos günü görmediği kalabalığı gördü.
    halbuki konser de yoktu bu kez.

    birkaç gün sonra telefonlar açıldığında sağ hallerinden haber aldık.
    stadyumun orda oturan annemin arkadaşı ise..
    doğru tanımışım televizyondan, o kağıt yıkıntısı, onun mezarıymış.

    aylar geçti. bu sefer akrabaları çadırlarda ziyaret ettik.
    sene geçti, bu sefer prefabrik dedikleri saçmasapan tenekelerde ziyaret ettik.
    paramparça hayatları..
    senede bir kaç kez gidip 10ar gün kalmak her seferinde, belki bir hayatı gözlemlemek için çok az.
    ama oturup haline şükretmek için hiç de az değil.
    sonra sonra hayatlar toparlandı.
    sağlam durduğunu sandığımız evleri yıkıldı akrabalarımızın.
    istikbalin enkazı süprüldü, sanki hiç olmadı.
    istikbal'in sahibi ve ailesi kağıttan sağ çıkamamıştı, kızı hariç.
    o da yeisine yenilip aklından olmuş..
    o kağıt evler hep süprüldü, hep kalktı.
    bomboş araziler vardı ara ara en kalabalık yerinde minik kentin.
    iç burkan. kimbilir kaç umuda mezar olan.

    10 sene geçmiş ha? geçti ya. silindir gibi geçti.
    o boş araziler olmasa hala yer yer, depremi hatırlatacak hiçbir şey kalmadı yalova'da.
    umutsuzluk kimilerini esir alırken, kimileri umutsuzluktan yıldı; umuda gene araladı kendini.
    derinlerde kaldı acısı. görünen hiç bir şey yok.
    bir yandan iyi, bir yandan kötü.

    umudun bir yan etkisi vardır, sorumsuzluk.
    bu bakımdan kötü.
    insanların yüzlerinde ne olursa olsun bir gülümseme oldu hep.
    bu bakımdan iyi.

    şimdi o mermer taşlardan deprem anıtı var sahilde.
    neden bilmem o kadar komik görünüyor ki..
    7 ...