şimdi uzun uzun bir şeyler karalasam biliyorum ki söversiniz. mühim değil.
bu şehre yerleşmek üzere ilk geldiğim günü çok iyi hatırlıyorum, şaşırdınız di mi lan.
annem sarıldı, öptü, ağladı, kendine iyi bak, insanlara güvenme dedi gitti. hamurumdaki kazmalık cümlenin sonunda saklı. konuyu dağıttık yine lan. neyse.
evet ilk geldiğim gün. üniversiteye başlıyorum ama yaşım epey bir küçük. insan o yaşta liseye başlıyor lan. neyse abartmayalım 16 yaşıma girmişim. gözüme ilk takılan takdir edersiniz ki duvarlardaki devasa i melih gökçek posteri oldu. moralim bozuldu. 18 tercihten sadece 2 tanesi ankarayken, nasıl oluyor da burdayım dedim kendi kendime.
sonra zamanla ilk ankara travmam olan gökçek posteri sorununa çözüm buldum. yürürken rastlarsam sakızımı balon haline getirip o baloncukları göz kısmına yapıştırdım. evet melih, onların hepsini ben yaptım. ayrıca belirteyim sırf bu amaçla yanımda kutu kutu sakız taşıdım, inkar edecek değilim.
zamanla alışmaya başladık şehre söve söve de olsa. o ikileme başka bir şey esasında ama, anladınız söyletmeyin.
yeni insanlar, tanımadığın yüzlere aşina olmaya başlama, ergenlik tabiriyle ortamlara akma. ikinci travmam da tam bu mevzu üzerine zaten. ilk bir senemde her mekana girişte sıkıntı yaşadım. hayır yaş 16 ama görüntü 13 öyle bir fena durum. sıçmışım sıvıyorum yani. hiç unutmam en çok da saklıkent duman konserine giremeyince üzülmüştüm lan. hayır neyine senin o yaşta saklıkent demedi kimse tabi, bilet de elimde patladı. şimdi s.kseler gitmem o ayrı. yine büyük konuştuk, neyse unutun son dediğimi.
zamanla çevresi sabitleşiyor insanın, hoş. insanları tanımaya çalışmaktan yorulmuş bünye artık cebinde hali hazırdaki dostlarla yaşamını idame ettiriyor, o daha da hoş. zuhal olcay'ın ankara da aşık olmak zor deyişinin sebebini anlıyor insan. ankara soğuktur. ankaralı'ya aşık olmak üşütür.
geçiyor biraz zaman. burnunu nereye soksan bir tanıdık çıkmaya başlıyor. selamlaşmalardan zevk almaya başlıyorsun.
favori mekanların oluyor. misal su'dem diye bir mekan vardır, kıymetlidir benim için. o mekanın binasını yıkan çankaya belediyesi'ne de yeri gelmişken ayrıca sövmek istiyorum. o binayla birlikte anılarımı da yıktınız lan!
yılmaz erdoğan'ın ankara şiirini dinledikten sonra ankara'yı en çok kış mevsiminde sevmeye başladım. üşüdüm, sarıldım. kulağımda kulaklık mp3te yılmaz erdoğan, yanımda güvendiklerim çok yürüdüm. en kötü sesimle yükseklere çıkıp bağırdım, çığlık attım, rahatladım. konur sokakta eylemlere katıldım. her ergen gibi yüksel'deki heykellerle konuştum. güven parktan geçerken hep arkayı kolladım. herkes gibi kızılay'daki çevik kuvvetten laf yedim.
11'de biten otobüsler yüzünden tüm sermayeyi hep taksicilere harcadım. varlığından asla yoksun olmayacağımı bildiğim gerçek bir dost edindim. ankara'yı en çok onunlayken sevdim. meclisin önündeki parkta inadına karl marx okudum.
belki istanbul gibi tapılacak, izmir gibi aşık olunacak bir şehir olmadı ankara hiç.
tapılan anıların yaşandığı, şahsi kıymetler üzerine kuruludur ankara. her bir kaldırım taşındaki gülümsetecek hatıralarına aşık olur insan, kendisine asla.
hem bir öğrenci için en idealidir, dağıtılan zibilyon bildiriyle senelik defter ihtiyacı karşılanır. vallahi, denedim bizzat. lakin konur'da her uzatılan bildiriye atlamanız gerekiyor, es geçmeyin.
son olarak:
simdi ve sonra
ne zaman ankara'ya kar yagsa
elim gönlüm,
çocuklugum buz tutar. *