adami got ustu oturtan cevaplar

entry11 galeri
    1.
  1. Yılmaz Erdoğan'ın mektubuna cevap

    Bir mektup yazdım Yılmaz Erdoğan'a... Zarfa koymadan önce sizlere de
    yüksek sesle okumak istedim...

    Yılmaz Erdoğan
    BKM/istanbul

    Bir mektubu okuduktan sonra beğenmeyip, zarfa tekrar koyup
    göndericisine iade etmenin hoş olmadığını bilmediğimi sanma. Ama bu
    sefer böyle oldu ve ben yazdığın mektubu, bu mektubumun ekinde sana iade ediyorum...

    Benim hiçbir zaman senin gibi romantik bir dilim olamadı. Edebi lafları
    arka arkaya dizip şiir yazmasını ise hiç bilmem... Ama bu benim hassas
    olmadığım veya duygusuz olduğum demek değildir.

    Seni anladım. Hem de çok iyi anladım.
    Aman!
    Sakın! Mütareke basının anladığı enteller gibi seni anladığımı sanma!
    Allah beni o durumlara düşürmekten saklasın!

    Eğer bir gün görseydim seni bir şehidimizin cenaze töreninde, elinde al
    bayrakla en önde yürürken, "Bu Vatan Bölünmez" diye bağırken, yazdığın
    mektubun içindeki maddi hataların hepsini görmezden gelir, sana iade
    etmezdim. Derdim ki en nihayetinde; " Sanatçı kafasıdır, karışmış biraz..."

    Ama;

    Gönderdiğin kanamalı güvercindi silâhı eline alıp ilk dağa çıkan.
    Terörü başlatan ve devam ettiren de o oldu. Hatta terörden ekmek dahi
    yedi. Senin savaş dediğinin adı terördür. Savaş iki devlet arasında
    olur. Topraklarımız içinde ayrı bir devlet kuruldu da bizim mi haberimiz olmadı?

    Senin kanamalı güvercininin elindeki keleşten çıkan mermi ile
    kıpkırmızı bir gül yaprağı olup düşerken Mehmetçik sahi sen ve
    mektupların nerdeydiniz?
    Biliyor musun; öz be öz Türkçe olarak kaç ana, kaç eş, kaç evlât
    bağırdı; "Söyleyin Güneşe Bu Sabah Doğmasın!" diye... Sen, sahi o
    zamanlarda da nerelerdeydin?
    O Mehmetçik'lerin yüzlerine bakmaya kıyamazdın. Bahar kadar güzeldiler...
    Ay kadar güzeldiler... Ecelleri senin mektubunda siyasallaşmasını
    resmen istediğin PKK'nın ta kendisi oldu.

    Bak sen bir mektup yazdın. Herkes sesini duydu. Peki; sen geçen hafta
    Gül Hanımın sesini duydun mu? Gül Hanım bir şehit eşi... Senin
    bahsettiğin o mayınlarda geçtiğimiz günlerde şehit olan binbaşının
    ardından annesinin "Artık vatan sağ olsun demeyeceğim" demesi üzerine
    "Hiç kimsenin bu anayı kınamaya hakkı yoktur" başlıklı bir yazı yazdı.

    Tabii Gül Hanım senin gibi ince zanaatkâr olmadığından, sesini ancak
    bizler duyabildik. Ne mütareke basının başköşelerine çıktı, ne de
    dantel misali entellerden destek alabildi...

    "Zemheri soğuğunda ateşler içinde yandım" dediğinde, biz onu çok iyi
    anladık. Yazdıkları öz Türkçe idi... Sade Türkçe idi... "Elimde
    kelimeler var" deyip alt alta dizerek şiirimsi havalar katarak, senin
    gibi satır arası mesajlar iletmeye çalışmadan, açıkça, mertçe yazdı...
    Gerçek bir Türk kadını idi yazarken... Kaçak güreşmedi senin gibi...
    Ağırbaşlı, vakur, efendi, sözünün ardında duran cesur bir Türk kadını
    Gül Hanım.
    Ateşin düştüğü yer Gül Hanım.
    Yani senin anlayacağın, şehit eşine lâyık bir Türk kadını Gül Hanım...

    Sahi, senin bahsettiğin şu kürtçe ağıtlardan birini, birebir tercüme
    edip yollasana bana... Yayınlayalım! Gül Hanımın feryadını okuduğumuz gibi
    onları da okuyalım! Birkaç tanesinin çevirisi bana denk geldi,
    biliyorum... Onlardan olsun ama... Sakın kıvırtma! Çok iyi kürtçe
    bildiğinin dersini de vermişsin mektubunda...

    Uzun uzun mektubunda yer ayırdığın mayınlardan sadece son bir ayda kaç
    asker, kaç subay şehit oldu bilir misin? Dağın tepesine helikopterle
    indirme yaparken aşağıya atlayan asker, mayının üstüne bastığında,
    ölüm nasıl gelir bilir misin? Her şeyi hayal eden beyin gücün, onu da
    hayal etsin bir kere... Dağın tepesine o mayınları kim döşedi? Ya da asfalta?
    Veyahut kuş uçmaz kervan geçmez patikalara kimler döşedi o mayınları?
    Mektubunda mayınları döşeyenlerin adını koymayarak, mayınlarla gelen
    ölümlerde orduyu da ne kadar net suçlamışsın!

    "Dağa çıkmak yazgı" dediğin an mektubunda, sen de onlardan olmadın mı?
    Ya da yazgının mı tarifini bilmezsin? Aynı cümle içine "kışlada olmak yazgısı"
    kelimelerini de katarak, kelimelerinle yaptığın oyunu görmedik mi?

    Kanlı terör örgütünün eşkıyaları ile bu ülkenin şerefli askerini aynı
    kefeye koymak seni "aydın -sanatçı" yapıyorsa ve mütareke entellerinden
    de destek alıyorsan eğer; senin de, entellerinin de boynunadır bu işin
    vebali... Masumiyetten bahseden güya masum(!) mektuplar yazarak bu
    vebale de bizi ortak etmeye kalkma...

    Edebiyatçılardan(!) çok büyük destek alan bu mektubu, açık olarak Türk
    milletine yazana kadar neden dağdaki kızlarınıza bir mektup yazmadın?
    Senin aşk ve sevgi dilinin çok iyi olduğunu söylerler. Yazsaydın ya o
    kızlara;

    -" Yakışır mı size âşıktaşlık etmek! Bir erkek
    evleneceği kadının yapısında asalet arar! Nezaket arar! Namus arar!
    Hangi erkek, soğuk dağ gecelerinde eşkıya yatağı ısıtmış, yorgun yosmayı alır?
    Bakın bana, evlenmek için sizler gibi dağdan bir kızı mı seçiyorum?"

    Cesaretin varsa Yılmaz Erdoğan bu mealde bir mektup yaz... Senin
    kahramanlığını ben o zaman göreyim.

    Önceden gerekli mihraklara haber verilerek desteği sağlanmış, kendi
    kendine sipariş ettirilmiş mektuplar yazarak, Türk Milletini ve Türk
    Ordusunu suçlayarak kaybeden sen oldun... Tarih senin gibi kaybedenlerle dolu...

    Velhasıl Yılmaz Erdoğan... Yıktın perdeyi, eyledin viran...
    11 ...