surata tokat gibi çarpan arka mahalle gerçekleri

entry2 galeri
    1.
  1. Aslında bir çok insana göre çok daha iyi şartlarda yaşayan bir insanın, hep daha fazlasını isterken; arka mahallelerde rastladığı içini acıtan hayatların yüzüne tokat gibi çarpmasıdır.

    amansız bir hastalığa yakalanmıştı. hayatının son demlerini yaşıyordu. durumu, gittikçe kötüye gidiyordu. Gözümüzün önünde eriyip gidiyordu adeta ve biz elimiz kolumuz bağlı sadece izliyorduk anneannemi. Doktorlar da artık ümidi kesmiş; eve götürebileceğimizi söylemişti. Annemin onca ısrarına rağmen, kendi evinde kalacağını; dedemin o evde can verdiğini; kendisinin de o evde can vermesi gerektiğini söylüyordu. Allah tan yasemin abla vardı. onunla ilgileniyordu.

    Bundan uzun zaman önce, bir akşam üstü anneannemin yanına gittik.

    Anneannemin evi, herkesin birbirini tanıdığı, apartmanlardan ziyade, tek katlı veya iki katlı müstakil evlerin, gecekonduların olduğu bir mahalledeydi. Biz de şehrin merkezinde oturmuyorduk ama insan, yine de garipsiyordu. Sanki, herkes aynı anda, aynı tarihleri yaşamıyor gibiydi. O mahalleyle şehir merkezi arasında en az 20 yıllık bir fark vardı. Mp3 player imi kulağıma takmış; balkonda dışarıdaki insanları izlerken omzuma dokunan bir elle irkildim. Kulaklıklardan birini çıkardım.

    -Oğlum, migros a gidip bir şeyler alabilir misin? Evde pek bir şey yok. Yemek yapacağım, hadi.
    -Of anne, karşıda bakkal var ya. Oradan niye almıyoruz?
    -Benim istediğim şeyler yok orada. Hadi oğlum, üzme beni.
    -Tamam tamam. Ver parayı, of.

    Migros a gitmek için yaklaşık yarım saatlik bir yol yürümem gerekiyordu. Çekilir mi şimdi o kadar yol? 17 yaşına geldik; peder bey hala arabayı vermiyor bize. Bizim evin kapısının önünde duruyor işte. Alsam götürsem ne olur sanki diye söylenerek yola koyuldum. Arkadaşlarım, babasının arabasını alıp geziyordu. Ben neden gezemiyordum? Böyle bir babam olduğu için onlardan daha talihsizdim. Böyle düşünüyordum o zamanlar. Yaşadığım hayatın ne kadar boktan olduğundan dem vuruyordum her fırsatta.

    Evden uzaklaşınca bi sigara yaktım. O gün param azdı. Winston almıştım. Peder bey, harçlığı da az veriyordu bana. Arkadaşlarla bi yerlerde bir şeyler yesem, içsem para kalmayacaktı cebimde. Yine yaşadığım hayatın ne kadar boktan olduğunu düşündüm.

    Migros a girdim. Annemin siparişlerini teker teker aldım. Eve dönerken yine söylenmeye başladım. Bu kadar şey elde taşınır mı? Amelelik yapıyordum resmen. Yine yaşadığım hayatın ne kadar boktan olduğunu düşündüm.

    Hava iyice kararmıştı. Söylene söylene, ahlana vahlana eve giderken, arkadan birinin poşetimi tuttuğunu fark ettim. Ne oluyor lan diyerek arkamı döndüm. Karşımda, en fazla 9 yaşında, zayıflıktan yüzünün kemikleri çıkmış, eski püskü kıyafetli, esmer bir çocuk vardı. iki parmağım kalınlığında koluyla elimdeki çuval misali poşeti kaldırabileceğini iddia ediyordu.

    - abi, ver poşetlerini bana. Ben taşırım.
    - yok oğlum, ne gerek var?
    - ver abi, taşıyim.
    - taşıyamazsın. hem benim evim çok uzak. o kadar yolu nasıl geri döneceksin tek başına?
    - dönerim abi. bir şey olmaz. ver poşetlerini bana, ben taşırım.

    çocuk, mütemadiyen aynı sözü tekrarlayıp duruyordu. Az biraz geri zekalı olmamdan dolayı, jetonum geç düşmüştü.

    gel, otur bakiyim şöyle yanıma diyerek kaldırıma çöktüm. Bir sigara yaktım ve çocuğu soru yağmuruna tuttum:

    - söyle bakim, gecenin bi vakti ne işin var dışarıda?
    Önüne baktı, cevap vermedi.
    - niye taşımak istiyosun benim poşetlerimi?
    Kafasını bile kaldırmadı, susmaya devam etti.
    - annen baban kızmıyo mu senin bu saatte sokakta olmana?
    Nihayet cevap verdi:
    + babam, ben doğmadan ölmüş.
    - annenle mi kalıyosun?
    Kafa salladı.
    - annen çalışıyo mu?
    + ı ıh.

    O an dalıp gittim uzaklara. Ben onun yaşındayken ne yapıyordum, düşünmeye başladım. sabahtan akşama kadar sokakta top oynuyordum. Komşumun kızına aşıktım. Annemin yaptığı böreği çöreği paylaşıyordum onunla. Top oynarken düşünce, dizim kanıyordu da babam rast gelirse, kucağına alıp eve kadar getiriyordu beni. Bu çocuksa, gecenin bir vakti sokağa çıkmış; ekmek kavgasına girişmişti bu yaşında. Gözlerim kızarsa da ağlamadım. Giden sevgililerin peşinden ağlıyordum da bu çocuğun hikayesine ağlamamıştım. Hala yontulmamışım.

    Bir sigara daha yaktım. Çocuk, öylece bekliyordu yanımda. Sigaram bitince yere bıraktığım poşetleri aldım. Hadi gidiyoruz dedim.

    - ne taraftan gidiyoruz abi?
    - onu sen söyleyeceksin artık.
    Bu da ne demekti şimdi dercesine gözlerime baktı.

    - evin ne tarafta senin?
    + şurda abi. Şu evin arka tarafında.
    - o zaman, o tarafa doğru gidiyoruz. Geç önüme, yolu göster.

    -burası işte abi.

    bana gösterdiği şey ev miydi? Bodrum katında bir viranede oturuyorlardı. Bizim kömürlük bile daha yaşanabilir bir yerdi. Zil nerde diye baktım. Zil yoktu. Önce kapıya vurmaya yeltendim. Sonra vazgeçtim. Kapı iyice eskimişti. Sert vursan kırılacak, o derece. Kapıya vurmasını söyledim çocuğa.

    Annesi kapıyı açtı. Beni görünce bir hayli şaşırdı.

    -buyrun, birine mi bakmıştınız?
    - ııı şey... Ben... ben bunları size getirdim.

    iki poşeti de kapının önüne bıraktım. Hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. anneannemin evinin karşısındaki markete girdim. 3 yumurta, bi kangal sucuk, 2 ekmek aldım. bir de annem, anneanneme yapar diye hazır çorba aldım. eve geçtim.

    -oğlum, nerede aldığın şeyler?
    -işte anne, burada.
    -iyi de ben senden bunları istememiştim ki. Niye bunları aldın?
    -uzun hikaye anne. Sonra konuşuruz. Hem benim karnım acıktı. Yumurta kır da yiyelim.
    -iyi de sen yumurta yemezsin ki akşam yemeğ...
    -yerim anne yerim. Sen yap, ben yerim.

    O çocuğu görmeden birkaç dakika evvel ne diyordum? Benimki de hayat mı be?

    Biz, türlü acılar yaşadık değil mi? Hayat, en ağır sillelerini hep bize vurdu.

    *Giden sevgililerin ardından ağladık, zırladık; depresyona girdik. Sözüm ona acıların en büyüğünü yaşadık.

    Biz birilerine aşkım demek isterken o çocuğun istediği tek şey belki de "baba" demekti. sarılacağı, arkadaşlarına "benim babam sizin babanızı döver. O çok güçlü" diye hava atacağı bir babaydı. Örnek alacağı, dünyanın en güçlü insanı sanacağı bir baba...

    Peder, 17 yaşında arabayı kullanmamıza izin vermiyor diye kızdık, bağırdık; küfrettik

    O çocuksa ömründe arabaya kaç kez binmiştir Allah bilir.

    9-10 yaşlarındayken sokakta top oynadık akşam ezanına kadar. Düştük, dizimiz kanadı, elimiz kanadı top oynarken.

    Onun elleriyse birilerinin yüklerini taşımaktan nasır tutmuştu. Kendi kilosundan ağır poşetleri kaldırmaya çalışırken düşmüştü; dizi kanamıştı.

    akşam yemeğinde yumurta mı yenirmiş dedik. Pilava burun kıvırdık; etsiz kuru fasulye nedir bilmedik.

    Bir parça ekmek, kiminin bir öğünüymüş; bilemedik.


    Hep daha fazlasını istedik hayattan. Daha çok kazanma hırsıyla yandık tutuştuk; yetinmedik..

    Aklımıza her esti kahpe kader dedik de biz, kahpe kader nedir; aslında hiç bilmedik.
    43 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük