Şimdilerde kitapçılarda pembe-gri arz-ı endam etmekte olan, dışı kimi bilmem ama içi beni fena yakmış elif şafak romanıdır.
Yazılmış ve bitirilmiş hali üstüne methiyeler düzmeden önce elif şafakı böylesi zor bir işe soyunma cesaretini gösterdiği için takdir ediyorum. Kolay değildir tasavvufu anlatmak. Öyle bir şey ki dışarıdan bakarken anlaşılmaz içine girdin mi de anlatılmaz. Ama ne diyor fuzuli söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil'. aşk gibi bir romanın gönül dili ve ısrarı ile yazıldığını buradan anlamak mümkün. Bu yüzden 'sen kimsin ki tasavvuf üzerine roman yazmaya kalkışıyorsun' demek pek de yakışık almaz, hiç değilse tasavvuf ehlinde gönül sözünün hak sayıldığını bilenler için.
Roman, biri ilahi bir beşeri olmak üzere, iki farklı zamanda ve mekânda yaşanan aşkların hikayesini konu alıyor. Bunlardan biri 1200 lerin konyasında Mevlana ve şems-i tebrizi arasında, diğeri ise Boston-Amsterdam hattında Ella ile Zahara arasında geçiyor. Ella karakteri A.Z. Zahara'nın yazmış olduğu 'aşk şeriatı' adlı romanı okurken, biz ella'yı, onun değişimin eşiğindeki hayatını ve tabii ki onla beraber 'aşk şeriatını' okuyoruz. Bir tür girift roman tekniği ile yazılmış 'aşk' anlayacağınız.
iki farklı aşkın vukuu bulduğu zamanlar ve mekânlar arasındaki uçurum, yazarı iki farklı dil kullanmaya itmiş. Ella ile Zahara arasındaki samimiyet gelişirken okuduğumuz dil bildiğimiz istanbul Türkçesi iken, Mevlana ve şems-i tebrizi'nin maceralarını daha sanatlı, mecazlı bir dilde okuyoruz Elif Şafak'ın kaleminden. Kökenleri Arapça ve Farsçadan gelen kelimelerle süslenmiş bu cümleler anlatıma ciddi anlamda renk, hareket katıyor. Keza, şairane benzetmeler de öyle. Bir mutasavvufun dizelerini okuyormuşsunuz izlenimini veriyor.
Gelelim kitabın iç yakan kısmına.
Üslubu ve seçtiği konular ile hali hazırda gönlümde yeri bulunan elif şafak ne yazsa beğenirdim zaten. Ama 'aşk' bir başka oldu. ilahi aşkı geçtim beşeri aşkın bile 'yiyip içip yiyişmek'ten ibaret olduğu, aşk etiketli beraberliklerin bir ego savaşına dönüştüğü, gazetelere kafa kesen sevgililerin manşet olduğu bir zamanda aşkı bir nimet, paylaşmak zorunda olduğumuz ilahi bir emanet gibi göstermek kolay değil. Kolay olmayan bu iş için çok uzaklara gitmek, artık sadece korku veya nefret unsuru haline gelmiş olan Allah'a dönmek zorunda kalmış Elif şafak. Bu yolda ışık göstermeleri için ahir zamanın en iyi maşuklarına da başvurmuş: Mevlana ile Şems-i Tebrizi'ye. Dinin, içi boş yığın bir sembol olduğu, taşıması artık ciddi bir yük haline gelen politik bir misyona, gelenek-görenek-kültüre dönüştüğü bir zamanda tasavvufu bir çözüm önerisi olarak sunabilmiş.
Tutsaklık değil bir özgürlük olduğu müddetçe, basmakalıp kurallar ile donatılmış vaazlar vermediği yalnızca şiir okuyup şarkı söylediği müddetçe ilahi aşkın da beşeri aşkın da insan için önemli basamaklar olduğunu vurgulamış. Beşeri aşkı insanları birbirine bağlayıp bir eden, ilahi aşkı ise o 'bir'ii Allah ile buluşturup hiçlik mertebesine çıkaran birer mezhep olarak konumlandırmış. Ve daha niceleri...
Tabii kitabın ayrıntılarında bizzat şahsıma yapıldığını düşünmekte ısrar ettiğim göndermeler de var. iç yangınımın kıvılcımlarından bazıları onlar. Ama şimdilik yalnızca bunlar bile 'aşk'tan tüm dünyanın gözüne, kulağına değmesi gerekenler bence.