vasatı aşamayan film. spoiler'e rastlarım diye hakkında hiçbir şey okumamıştım bu filmin. konusunu bile bilmiyordum. johnny depp oynuyordu, yani benim bir filmden bekleyebileceğim her şey vardı. sinemaya da zaten johnny depp'in filmini izlemeye gittim, public enemies'i değil.
neyse, film başladı bir baktım ki bin yıllık soyguncu-özel ajan muhabbeti. bu muydu dedim içimden. bu kadar değildir, johnny depp oynuyor, senaryo bir yerde farklılaşacaktır diye devam ettim. sonuç? çok yavaş ilerleyen bir ilk yarı, filmin ilk yarısında olmasa da olurmuş hatta olmasa daha iyi olurmuş diye düşündüren bir aşk hikayesi (ki tek güzel yanı vestiyerli sahnede johnny depp maço bir erkek olsaymış nasıl olacağını görmemizdi ve evet yine müthiş oluyormuş), dillinger'ın yakalanmasıyla bir anda seyirciyi sarmaya başlayan heyecan, artan tempo, johnny'nin bir iki laf sokuşturması, avukatın damgasını vurduğu mahkeme sahnesi, aksiyon, tekrar kaçma ve kovalamanın başlaması, buna bağlı olarak seyircinin tekrar filmden kopması, bitmek bilmeyen bir ikinci yarı, aşk hikayesinin giderek oturması ama bunun johnny'nin sonunu hazırlayacağını farketmek, johnny'nin filmin sonunda öleceğini inceden hissetmek ama konduramamak, aptal bir melodram repliğiyle özdeşleştirmemiz beklenen ölüm sahnesi... bir de filmin başından sonuna kadar susmayan silah sesleri...
şahsen ben bir yerden sonra sadece johnny depp'i izlemeye başladım. kendisinin bu filmdeki oyunculuğunun da hakkını vermek lazım diye düşünüyorum. christian bale'i belki de oynadığı rolden dolayı pek sevemedim. tesadüf müdür bilmiyorum ama bu adamın iyiyi oynadığı filmlerde nedense ben kötüyü destekliyorum**.
aşk meşk sahnelerine de odaklanamıyordum zira sürekli billie'nin başak köklükaya'ya mı yoksa melis birkan'a mı daha çok benzediğini düşünüyordum. hâlâ kararsızım sözlük.
johnny depp'in ilk defa rol gereği öldüğünü gördüm ve epey sarsıldım. kendisine her rol çok yakışır ama ölüm sahnesi hiç yakışmamıştı.