osmanoğulları hariç tutulduğunda tüm anadolu beyliklerine, ellerinde bulundurdukları topraklar mülk olarak verilmişti. yani karamanoğulları, germiyanoğulları, candaroğulları, aydınoğulları gibi beylikler, kutsal bir soydan/gelenekten gelen ya da geldiği var sayılan anadolu selçuklularınca* temlik edilmiş topraklara sahiptiler. yani o topraklar üzerinde "kutsal bir hanedanın imtiyazından ötürü" meşru bir hakimiyetleri vardı. yani günümüz hukuku gereği bir devletin tanınması için nasıl bazı kıstaslar varsa, o zaman için de kutsal bir kökenden gelmek tanınma konusunda bir meşruiyet aracıydı.
osmanlı beyliği ise kuzey batı anadolu'da, eskilerin deyimiyle anadolunun garb-ı şimalinde bizans imparatorluğu ve selçuklu toprakları arasında kalmış bir bölgede yerleşmişti. fark şuydu ki, osmanlılar'a selçuklu sultanınca yapılmış bir temlik söz konusu değildi. sadece siyasi otorite boşlugundan ötürü osmanlılar o bölgede tutunabilmişler ve zayıf bizans toprakları aleyhine yayılabilmişlerdi. osmanlılar'ın yıldırım bayezid'e kadar beylikler üzerine fütühat hareketinde bulunmamasını günümüz orta öğretim ders kitapları "ilk dönemler osmanlılar, anadoludaki beyliklere karşı dostça bi siyaset izlediler, niye ? dostluk,kardeşlik ehehe." şeklinde saçma bir şekilde açıklamış bulunmaktadır. halbuki bunun sebebi bahsettiğimiz meşruiyet problemidir. tüm bu beylikler ellerindeki toprakları genel geçer bir hukuka göre ellerinde tuttuklarından, yani kutsal bir kandan gelen oğuz geleneğinin temsilcisi olan anadolu selçuklularınca verilmiş topraklara sahip olduklarından, osmanlılar'ın bu beyliklere fütühat hareketinde bulunmaları asla kabul edilemez bir durumdur.
işte yıldırım bayezid'in otokrat politikası ile birlikte anadolu beyliklerine yönelik bir fetih hareketi söz konusu olunca, tüm beylikler duruma tepki göstermiş ve anlayacağımız dilden yıldırım'a haklı olarak; "bre melun. sen kimsin, hangi soydan gelirsin de, oğuz evladı selçuklunun bize temlik ittüğü toprağa tecavüz edersin. tez durul gafil!" demişlerdir. timur da akabinde bu problemi kullanıp; "merak etmeyin yigitler, ben bu yıldırım'ı alaşağı eder, imanını gevretirim, torpahları da size geri verirün gayrıı" demiştir. böyle bir ortamda da yıldırım, kendi iktidarını meşru gösterecek yollar aramıştır. peki neler yapılmıştır?
öncelikle diğer beylikler gibi osmanlıların da oguz ailesinden geldiğini ispat etmek adına bir "kayı boyu menkıbesi" uydurulmuş, yazılmıştır. böylece osmanlılar'ın da kutsal bir kandan geldiği ve iktidarda hak sahibi olduğu iddia edilmiştir. bir ikincisi, söğüt'ün bazı hükümranlık hediyleriyle osmanlılara verildiği, çadır,sancak, taht gibi saltanat alametlerinin osmanlılara gönderildiği savı dönemin tevarih-i ali osman yazarlarınca uydurulmuştur. böylece osmanlılar'ın, "sahibi oldukları toprakları aslında haklı olarak ellerinde tuttukları" savı oluşturulmuştur. hatta yıldırım bunlarla da kalmayıp, memlük sultanı korumasındaki halifeye elçi yollayarak kendisine sultan ünvanının verilmesini istemiş, ancak memlüklülerin engellemeleriyle bunu elde edememiştir.* kuşkusuz "saltanat" da o dönem konjonkturu açısından önemli bir meşruiyet aracıdır.
işte tüm bu çabalar, "kayı boyundan geliyoruz" hikayeleri bu meşruiyet sorunundan ötürü kaynaklanan şeylerdir. dikkat edilirse 15.yy sonlarından itibaren bu tür zorlamalara rastlanılmaz. tezler çoktan yazılmış ve genel geçer kabul edilmiştir. artık meşruiyetin sağlanması problemi kalmamış yalnızca bu meşruiyete bir kılıf uydurulması söz konusu olmuştur. bu da gerekli rötuşlarla halledilir zaten.