herkes bu fikre hak vermeyebilir, ancak kimi sinema tarihçilerinin de düşüncesi şudur ki, the shining (cinnet), tüm zamanların kült statüsüne yerleşmiş ve klasikleşmiş korku filmidir. marjinal karakteriyle tanınan dahi stanley kubrick'in yönettiği, jack nicholson'un (ne ironik bir durumdur ki aynı adı taşıyan) jack torrance rolünü yorumladığı bu film, stephen king'in türkçemize medyum adıyla çevrilen eserinin beyaz perdeye yapılan bir uyarlamasıdır. nitekim stephen king, bu filmi seyrettikten sonra kesinlikle övgüyle bahsetmeyecek ve diyecektir ki: "bu benim eserim değil, alakası yok! stanley, kendi fantezilerini yansıtmış!" ama bu filmi seyreden kimse, bu yargılamayı dikkate alamayacak kadar etki altında kaldığı için, film önemini kaybetmek bir kenara dursun, vazgeçilmez bir konuma sahip olmuştur.
gerek filmde soundtrack olarak kullanılan bela bartok, györgy ligeti, kryztof penderecki gibi 20. yüzyıl bestecilerinin müzikleri, gerek asansörden boşalan dehşet verici kan gölü, gerek her ne kadar hayalet olsalarda gerçekmiş izleniminin verilmesinin bilinçli tercihi ile yansıtılan otel misafilerinin bulunduğu sahne ve arkasından jack torrance'ın garsonla tuvaletteki kin dolu diyalogu, gerek zenci aşcının merak içerisinde koridorda dolaşırken seyredenin kalp atışını durduran gerilim ve daha bir çok kayda değer sahnesi ile tanınmadan geçilmemesi gereken bir film olduğu net bir gerçektir.
filmin kapağındaki ünlü psikobatik fotoğraf ise şu sahneden bir kareyi yansıtmaktadır: