1996'da mezun olduğum okul. Bugün şikayet edenler bir de o zamanları görse bileklerini keserlerdi demek ki...
Bir okul binası ve bir yurt binasından ibaretti sadece. Yurt binasının önünde derme çatma iki basket potası öğrencilerin spor aktivilerini gidermeleri için düşünülmüştü. Neden sonra yurt girişinin az aşağısına belki bugün kalıntıları kalmış olan cafe tarzı bir şey yapıldı. Ama adı üzerinde Aytepe... Ve tepe aşağıya doğru kaymaya başlayınca bizim kantin de onla birlikte gitmeye karar verdi. Durumu anlayan idareciler cafeyi kapattılar ve idari binanın önüne nihayet bir şey yaptılar. yani kampüslerde olan ve kantin tanımına uyan bir şey. Yoksa Eğitim binasının altında olan ve hala durup durmadığından emin olmadığım o köşede eskiden kantin vardı sevgili okuldaşlarım. Ben okula adı "9 Eylül üniversitesi" olduğu zamanlarda girmiştim ve o şekilde diploma aldım. Ama ilk gittiğimde şok olmuştum. 9 Eylül üniversitesi diye gidiyordum ve geldiğim Bina bizim Lise'nin 5'te biri kadardı.
Kendilerini oxford'da sanan hocalar mı dersiniz, öğrenciye hakaret edenler mi, dalga geçenler mi... Ne ararsanız vardı. Ama bizden önceki dönemlerde bize gıpta ile bakıyorlardı. "Ne güzel okul binanız var. Biz işhanında eğitim almaya başladık" diye. evet, gerçekten de okula ilk giriş yapan öğrenciler aparatifçiler sokağının içinde bulunan sinemanın bulunduğu pasajda kiralanan bir ofiste ders görmeye başlamışlar. Bunlar da oldu yani...
benim dönemimde okul müdürü olan Hasan Zafer Doğan (Allah Rahmet Eylesin) bir yılbaşı gecesi (Sanırım 1993) kalp krizi geçirip öldü. Onun yerine gelen Mustafa Sağcan (Nur içinde yatsın) o zaman ki adı Organizasyon yönetimi olan derse odaklandı. Bu dersin Nihat adında soyadını dahi hatırlamak istemediğim manyak bir hocası vardı. Her sene 200 kişi alan okulda Organizasyon Yönetimi finalinde 1.100 kişi geliyordu. Bu denyo kendini o zamanlar Aktüel dergisi'ne çıkmış Odtü'de eğitim veren aynı dersin hocası ile kıyaslıyordu. gelgelelim biz öğrenciler kendimizi Odtü'lü öğrencilerle kıyaslamak istemiyorduk. Bu Nihat, Odtü'lü hocanınkilere benzer sorular soruyor, pazar günleri ders vermeye çalışıyor, sorduğu sorular karşısında istediği cevabı alamayınca da düşük not veriyordu. Sınava o kadar çok öğrenci giriyordu ki dersin sınavları 3 seans halinde yapılmak zorunda kalıyordu. işte Mustafa Sağcan müdür olduktan sonra bu Nihat'ı "Senin yüzünden okul mezun veremeyecek" diyerek Nazilli'ye postaladı. Sonra dersi kendi üzerine aldı ve sınavda soracağı soruları bize derstte yazdırdı. Onun sayesinde okul o sene tarihindeki en çok mezunu verdi. Gerçi Aydın esnafı bu duruma bayağı bir üzüldü ama sınava çocuğunu kantine bırakarak gelen emektar öğrencilerin de sonu geldi böylece. ne yazık ki Mustafa Sağcan da bize bu kıyağı yaptıktan bir süre sonra, müdürlüğünün 3. ayında söylentiye göre Kuşadası'ndaki kumarhanelerden birine giderken trafik kazasında hayatını kaybetti. 3-4 aylık bir süre içinde okulun hem iki hocası hem de iki müdürünün vefatının ardından yerine gelen Ahmet Uluğ göreve kurban keserek başladı. Onun müdürlüğü oldukça tartışmaya açık bir dönemdir. Kendisinden önceki dönemlere yani bizlere birer pislik gibi davrandığı için onu pek sevmezdik; ama onun uygulamaları olmasa da okuldan mezun falan olamazdık. Ahmet Uluğ okulun geleceğini düşünerekten eski girişli bütün öğrencileri postalamak istemiş bunun içinde kredi sınırlamasını kaldırmıştı. Derslere girecek asistanlara, öğretim görevlilerine falan öğrencileri ço sıkmamalarını, özellikle sınavlarda rahat rahat kopya çekmelerine olanak tanımalarını istemişti sanırım ki onun gelişinden sonra sınavlar iyice laçkalaştı. Bizlerde sınav sırasında yerimizden kalkıp "Oğlum sen şu soruyu ne yaptın" diye dolaşmaya kadar vardırıp işin iyice bokunu çıkardık. Sonuçta dersleri birer birer verdik gitti ama.
Okulun konumu, ufaklığı, sosyal aktivite yetersizliği o dönem giren bizlere üniverisite eğitimi gördüğümüz hissini vermediği gibi, çok bir zevk te almadık açıkçası. Ama bu yokluk dönemlerinde bile Atfok gibi fotoğrafçılık kursları açmayı başardık. Dandik bir salonda vhs kasetlerle film gösterileri yaptık. Tiyatro grubu kurup Aydın'da bir kaç oyun bile sergiledik ki bunların ilkinde bendeniz nasılsa başrol oynadım. Ama dandik bir oyundu ve beklediğim şöhreti yakalayamadım. Okul yönetimi ve özellikle Ahmet Uluğ, nereden akıllarına geldiyse Kuşadası'nda bulunan Holiday Inn otelinde bir seminer gerçekleştirdiler günün birinde. Seminere bizler gibi Turizm işletmesi ve Otelcilik Bölümü olan Bilkent Üniversitesi de geldi. O zaman bir okul yöneticisinin nasıl olması gerektiğini gördük. Bilkent Üniversitesi'nden gelen kişi olanca şımarıklığına rağmen büyük bir övgüven ve gururla aldıkları parayı sonuna kadar hakettiklerini savunup, mezunlarının her birine iş imkanı sunduklarını anlatıyordu. Gelgelelim Ahmet Uluğ bir kel mahmut değildi, kendisi gibi binlerce örneği olan basit eğitimcilerden biriydi. Orada Bilkentlilerin bizi ezmesine ve küçümsemesine izin verdiği yetmezmiş gibi ardından destek bile verdi. Karşılığı olarak ta okulun duvarında adını gördü bir kaç gün sonra. Üstü çizilmiş olarak Hasan Zafer Doğan ve Mustafa Sağcan'ın isimlerinin altında kendi adı vardı ve yanında "sıradaki" yazıyordu. Neredeyse ağlamaklı geldi derse ve serzenişlerde bulundu. Ne dediğini o gün derste olan pek çok kişinin bildiğini sanmıyorum. Çünkü kendisini dinletecek saygı bırakmamıştı üzerimizde.
Okula minübislerle çıkabiliyordunuz o zamanlar. Hala öyle mi bilmiyorum. Ama paranız yoksa ya da az yürümenin zararı olmadığını düşünüyorsanız da ağaçlık bir patikadan aşağı da yürüyebilirdiniz. O patikadan bir gün gülçimen'in ki bizim Yeti ona aşıktı, koştura koştura indiğini hatırlıyorum şimdi. nasıl olur da bir kız topuklu ayakkabılarla toprak bir patikada yokuş aşağı koşturur ve düşmez bugün bile şaşırıyorum. Aynı zamanda öğrencilerin üzerinde hep bir bezginlik olurdu genellikle. Hatta derdik kendi kendimize "Üzerimize ölü toprağı atılmış gibi" diye. Sonradan bunun gerçek olduğunu da öğrendik. Meğer okul bizanslılar döneminden kalma bir Nekropolün üzerine kurulmuş.
sağda solda bizim okulun öğrencilerini kötüleyen olursa karşı durun. Hele ki turizm mezunu olanlar. Bizim dönem biraz hababam sınıfı gibiydi. Berbat tiplerde vardı ama genelde kimseye suçsuz yere bir şey yapılmazdı. O zamanlar Didim'de yeni açılan May Hotel ki sonradan adı Kapris olup dinci gruba hizmet vermeye başladı - acaip sükse yapmıştı. Bizden de sezonda çalışacak öğrenciler talep etmekteydi. Bir sürü öğrenci gitti tabi. Ama bu herifler bu insanların maaşlarının üstüne yattılar. Tüm sezon çalıştıkları paraya yok bayramda ekstraya geldiğinizde, yok yılbaşı ekstrasında veririz diye oyalayıp durdular. Aydın'dan didim'e üç kuruş para için gitmek kolay değil ama gittik yine de. Bir sürü öğrenci aynı oyalama taktiği ile bir süre daha muhattap oldu. Beş yıldızlı koca otel paralarımızın üzerine yatıyordu. Sonra bir kaç hafta sonra okula bir yazı geldi. Otel yönetimi bir daha hiç bir sebeple Aydın turizm'den öğrenci kabul etmeyeceğini bildiriyordu. Bizim umrumuzda bile değildi. Çünkü bir çok öğrencinin evi 72 parça porselen, mini bar, gece lambası, mini tv ve envai çeşit içki ile dolup taşmıştı. Otel odalarındaki hoparlör sistemini sökenler dahi vardı. Bu yola bizleri iten de otel yönetimi olmuştu. Parasızlıktan un taşımak zorunda kalan bir kaç arkadaşımızın intikamını almıştık.
Okul binasının girişinde bir cami vardır bir de. Onunla ilgili de bir şeyler demek isterim. O caminin yapılışı da bizim okul yönetiminden cafe, kantin, spor sahası istediğimiz günlere denk düşer. Gelgelelim biz bunları istediğimizde mali olanağımız yok diyen yönetim aşağı yukarı aynı günlerde cami inşasına başladı. Tamam, camiye falan karşı değiliz; müslümanız biz de ama yaklaşık 100 m. aşağıda bir cami varken birincil ihtiyacımız ibadethane değildi. O sıralar bizimle görüşmek için bir toplantı yapan rektörümüze bu toplantı sırasında olanca idealistliğimle bunun hesabını sordum. Olanca idealistliğimle değil de olanca salaklığımla demek daha doğru olacak sanırım. Yanımdaki arkadaş sorudan hemen sonra kalktı yanımdan "seni çizecekler" diye zaten. Toplantı salonundan çıkışta etrafımı abiler çevirdi zaten. "o kadar sorun içinde beni bu mu rahatsız etmiş?" diye ablukaya alındım. O zaman ideolojilerin birbirini tepelemek için can atan tiplerden vücut bulduğunu anladım. "ikiyüzlülüğe isyan ettim" diye o günü atlattık. Okuldaki lider grubun ülkücü grubun içinden çıktığını da daha iyi kavradım ondan sonra zaten. ilk önce bir olay için okula gelen polislere "götün yiyorsa al götür beni" diyen öğrenciye şahit oldum ve polisin götüremeyişine... Sonra oda arkadaşlarım falan araya girerek infazıma karar veren tiplere ulaşıp "Ya o salağın tekidir. ne söylediğini kendi de bilmez..." diyerekten ikna ettiler adamları da sıyrıldım. Şimdi "cami'ye laf etmişsin. Haketmişsin" diyen tiplere lafım yok. Allahınızdan bulun. Ben ne biçim bir tehlike atlattığımı aynı tipler tarafından motorsikletle giderken yüzüne kalas yiyen arkadaşımın halini görünce anladım.
Üstelik arkasında da kız arkadaşı varken. Tuğba kuruyemiş'in önüne gelmeden, Turistik Çay Bahçesi ile tren garı arasındaki yolda oluyor bunlar. Anlayacağınız bir zamanlar böyle bir grup hakimdi okula. Hala öyle mi bilmem ama öyleyse de üzülürüm. Bu adamlar muhasebe dersine girmeden muhasebeden geçmişlerdi yahu.
Bu söylediklerimin hepsi okulun Turizm işletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu olduğu zamanlara aittir. Şimdi okul Kuşadası'na taşınmış ve eğitim seviyesi oldukça kaliteli bir hale gelmiş. Uygulama oteli falan varmış ve hazırlık koymuşlar. Süper olmuş yani. Bizim jenerasyondan çok az insan mesleğini yapmıştır herhalde. Ama şimdikilerin şansı çok daha fazla.