lukas moodysson isveçli bir yönetmen. daha önce de lilja 4-ever benzeri filmlere imza atmasına karşın ben onu bu filmle tanıdım. iyi ki de tanımışım. bu film bir yeşilçam filmi değil, bu film duygu sömürüsü hiç değil. çünkü göz önünde olup da ses edilmeyen hiçbir konu duygu sömürüsü değildir. buna rahatsız etmek denir, sinekler gibi. ve lukas moodysson da o sineklerden biri, sinema sektörünün vızıldayan sineklerinden, işlediği konulardan ötürü kendine bütçe bulmakta zorlanan, kısıtlı imkânlarıyla seyirciyi sokabildiği kadar sokan bir sinek.
--spoiler--
lilya 16 yaşında. saçları sarı, kısa kesim. gelecekten umutlu. amerikan rüyası.
lilya'nın annesi ve erkek arkadaşı. lilja terk edilir. anne ve erkek arkadaşı gider. amerika'ya.
lilya ve küçük volodya. bambaşka. hayaller. gerçekler. hüzün ve sefalet içinde gülümsemeler.
lilya aşık olur bambaşkasına. sever. gelecekten umutlu. isveç rüyası.
lilya. pazarlanır. satılır. rüya yok. salt gerçek. öldüresiye.
oksana akinshina bir rus. film çekildiği sırada 15 yaşında, lilya 16 yaşında. oyunculuğu sade, inandırıcı. yönetmenle tercüman aracılığıyla anlaşmasına rağmen, ikisinin bir şekilde iyi anlaştığını film bittiğinde anlıyorsunuz. oksana lilya oluveriyor 109 dakika boyunca. daha filmin en başında, senaryo lilya için "foreshadowing" yapıyor, lilya annesinin ardından koşarken çamura düşüyor, batağa, kire. volodya... on iki on üç yaşlarında bir yalnızgezer. basketbolu seviyor, ünlü basketbolcuları tanıyor, hayaller kuruyor, bir basketbol topu bile yok(tu), sokağa absürdçe dikilmiş potaya tenekeyle basket atmaya çalışıyor, balisever, hayatın farkında, umursamaz. lilya'yı seviyor, büyük gibi hem de, büyümüş de küçülmüş diyemeyiz ona, gri gıpgri bir hayata doğmuş, aile sevgisinden mahrum bırakılmış, her gün babanın cinnetlik davranışlarını çekmek zorunda kalmış, hızlı büyümek zorunda kalmış ve evine gitmektense kendine başka bir yerde, terk edilmiş bir binada yer bulmuş kendine, evinden daha güvenli bir yer, nefes alabildiği bir yer. lilya... volodya'yı seviyor, ama bir kardeş gibi, arkadaş gibi, her defasında araya mesafe koymasını biliyor. birlikte hayaller kurup birlikte uyuyorlar. hayat iğrenç, sığınabildikleri tek yer, küçücük minimalist bir oda. aynı giysiler, aynı mekanlar, aynı insanlar. yüzüne fahişe diye bağıranların tecavüzüne uğradığında dahi istifini bozmaz, hayatının ipleri onun elinde değildir artık, seçme şansı diye bir şey yoktur, oradan oraya sürükleniyordur sadece. ve sonra, haritada yerini bile bilmediği bir yere, yeni tanıştığı birinin sözüne güvenerek, basbayağı çaresiz bir umutla, gider. başkalarının yaşamlarına müdahil olmak isteyen, onlara varolma hakkı tanımayan insanlar isveç'te de karşısına çıkar.
filmin başında yazılanı hatırlamak gerek. "bir zamanlar sovyetler birliği'nin olduğu bir yerde." estonya'da. yönetmenin derdini anlamak için bu ibarenin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. ve sonra gözümüzün içine içine sokulan mcdonalds, hatta paran yoksa seni kapı dışarı eden marketler. kapitalizmin bireyciliği yücelten, kadın da dahil her şeyi "alınır satılır" olarak gören özelliği. insanlar arası rekabet, eşitliğin yerini rekabete bırakması nedeniyle her şeyin mübah olduğu anlayışı. daha geniş okumalar yapılabileceği kesin, ama lilya'yı oradan oraya savuran kapitalizmin ta kendisi. sen insan değilsin, sen parasın.
lilya başka bir ülkede esir hayatı sürerken, yine fahişe olmuştur orada, sex ticaretinin bir parçası, volodya intihar etmiştir. hapları yutmuş ölmüş ve yerde yatan vücudunu dürteleyen komşu kadın öldüğünü anlamamıştır bile. bu sahne bile, çocuğun yokluğunun kimsenin hayatından bir şey eksiltmeyeceğinin belgesi gibidir, volodya kurtulmuştur, kurtulmuş ve bu gri varoşlardan cennete yükselip kanatlarıyla lilya'nın yanına inmiştir.
lilya art arda, ard arda kullanılır, aşağılanır, istismar edilir ve kamera asla lilya'nın çıplak bedenini göstermez. farklı yüzler kızın üzerinden geçerken, kamera lilya'nın yüzüdür artık, ve seyirci kameradan adamların yüzlerine bakar. lilya fahişeyse, seyirci de fahişedir, yönetmen bu sahnede seyirciyi sokmuştur, seyirciyi olmak istemeyeceği bir konuma koymuş, aşağılamış ve zorla baktırmıştır.
lilya masanın üzerine örtü örter, örter de o masanın altına uzanır. kimse görmez onu orada, öyle sanar belki de. ona yabancı insanlar, yabancı yerlerden uzaklaşır, sadece kendisi vardır orada, uzak anılar ve volodya vardır, ona cennetinden fısıldayan. volodya kurtulduğuna sevinçlidir.
sonra sonra kaçar lilya. kaçmak bilmediğin yerde, bilmediğin bir dille, bilmediğin bir alfabeyle, bilmediğin insanlarla çepeçevresin ve buna rağmen kaçmak. özgürlüğünü tadını çıkararak koşar. nefes nefese ve yine isveç'e gelmeden önce sahip olduğu umut içinde yeşerir. rammstein çalar. mein herz brennt. filmin başı ve sonu birleşir. mein herz brennt. lilya köprünün demirlerine çıktığında, kanatlar yeşerir sırtından, sonradan görünür olacak kanatlar.
sex ticaretinin acı yüzü bu filmde tüm gerçekçiliğiyle karşınızda. konu beni sarmadı, umrumda değil diyorsanız, filmin sonunu açın, ölüm öncesi mutlu sonu izleyin.
"ben gitmiyorum. kışın sebze toplanmaz, ben salak değilim!"
--spoiler--