17 Temmuz 2009. Güneş kızıllaşmaya başladı bile. Yani iki günden az kaldı sigara yasağına.
Başta çok karşı çıktım. Devlet büyük bir çelişki içerisindeydi çünkü. Hem çuvallar dolusu vergi alıyordu tütün mamüllerinden, hem de neredeyse ülkenin yarısında içilmesini yasaklıyordu. Tam "Madem yasaklayacaktınız satmasaydınız, kardeşim!" diyecekken, kafamda parlayan bir ampulle içine düştüğüm karanlık fikirlerden kurtuldum. Devlet aslında doğru olanı yapıyordu.
En yakınımdaki insanların sigara içilen kapalı mekanlarda yaşadıkları sorunlara şahit oluyordum. Pasif içicilerin sağlık durumlarının bazen tiryakilerden ble daha kritik olmasına ne demeli peki? Tüm paketlerin üzerinde koyu, siyah puntolarla yazılan "Sigara içmek size ve çevrenizdekilere zarar verir." ibaresi artık anlam kazanmaya başlamıştı. Sigara, evet, bize zarar veriyordu; kendi sağlığımıza, kendi sorumluluğumuz altında zarar veriyorduk; fakat iş başkalarının sağlığını tehdit etmeye gelince, hiçbir insan hakları sözleşmesi durumu izah etmeye yetmiyordu.
Peki hükümetler tarafından yasak koyulacak kadar ciddi bir mesele haline gelen bu sigara da neyin nesiydi? Vakt-i zamanında pipoyla içermiş insanlar tütünü; lakin, savaş esnasında sivri zekalı bir Fransız askeri pipo bulamadığı için kağıda sararak içivermiş tütünü ve hiç farkına bile varmadan sigarayı keşfetmiş. işte o günden sonra yaygınlaşmış sigara tüketimi. içindeki sayısız zehre karşın, tiryakiler o günden beri emzik gibi ağızlarından düşürmemişler sigarayı.
Sahi insanlar neden bu kadar fazla sigara içiyordu? "Bağlanmak" tek başına yeterli miydi sebebini açıklamaya? Sanmıyorum... Çünkü tiryakinin her zaman bir sebebi vardı içmek için. Üzüldüğü zaman örneğin, sadık bir dost oluveriyordu sigara. Her nefeste dumanına yükleyip üfleyiveriyordu dertlerini, fakat aslında her nefeste ciğerlerine yeni dertler çektiğinin farkında bile değildi. Veya sevinçliyken keyfine keyif katıyordu yaktığı bir sigara, halbuki sevinci kara dumanların gölgesinde kalıyordu, habersiz. Yemekten önce pek iyi olmazdı ama içilirdi; fakat yemekten sonra mutlaka yakmalıydı bir tane. Kahvenin yanında, çayın yanında, suyun yanında... Hele sigaraya zam geldiği için kederlenip sigara içenleri ayakta alkışlamalıydı. Peki, bahanesi bu kadar çokken, yasaktan başka çaresi var mıydı sigaradan kurtulmanın?
Çok büyük bir önyargı vardı aslında sigaraya karşı: Bir başlayan bir daha kolay kolay kurtulamaz. Zor diye hemen vazgeçmek mi gerekirdi? "Zamanında bağlandık içiyoruz, şimdi de o bize bağlandı bırakamıyoruz." demek büyük bir çaresizlik örneği değil miydi? Aslında çözüm belliydi: Bırakmak. Akıl sahibi bir insan mı daha güçlüydü, yoksa en uzunu 10 cm. olan bir tütün sarması mı? Tabi ki insan daha güçlüydü, ama yanlış düşünüyordu. Yavuz Bahadıroğlu bir konferansında "Sigara içmeden yazamayacağımı düşünüyordum." diyordu; fakat geçirdiği kalp ameliyatı sonucu sigarayı bırakınca farketmişti sigarasız da yazıldığını. işte böyle yanılıyordu insanlar.
Şimdi yapılacak tek bir şey kalıyordu. Bu güzel yasağı fırsata çevirmek. Ne kadar çok yerde yasaklanırsa, o kadar az fırsat olurdu sigara içmek için. Azalttıkça azaltmak da tiryakiye kalıyordu artık. Günde 3 paket içen bir tiryaki bile, önceki gün içtiği sigaradan her gün bir tane eksiltse, çok değil iki ay sonra ciğerlerine çektiği oksijenin keyfini sürmeye başlar. Ee o kadarını da yapamayacak değiliz ya. insanız sonuçta, akıl sahibi...