--spoiler--
Vehhâbîliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhâbdır. Binyüzonbir 1111 [m. 1699] de, Necdde, Hureymile kasabasında dünyâya gelmiş, 1206 [m. 1791] de, Deriyyede ölmüşdür. Önceleri, seyâhat ve ticâret için, Basra, Bağdâd, Îrân, Hind ve Şâm taraflarına gitmiş, 1125 de Basrada, ingiliz câsûslarından, Hempherin tuzağına düşerek, ingilizlerin (islâmiyyeti imhâ) etmek çalışmalarına âlet olmuşdur. (ingiliz câsûsunun itirâfları) kitâbımızda, Vehhâbîliğin kuruluşu uzun anlatılmakdadır. Eline geçirdiği, Ahmed ibni Teymiyyenin, Ehl-i sünnete uymıyan kitâblarını okumuş, (Şeyh-i Necdî) diye meşhûr olmuşdur. Düşünceleri, ingiliz paraları ve ingiliz silâhları karşılığında, köylüler ve Deriyye ehâlîsi ile reîsleri Muhammed bin Süûd tarafından desteklendi. Sapık din adamı Ahmed ibni Teymiyyenin fikrleri ile Hempherin yalanlarının karışımına (Vehhâbîlik) denir. (Mirât-ül-Haremeyn) kitâbının basıldığı 1306 [m. 1888] senesinde Necd emîri, Abdüllah bin Faysal idi.
Mehmedin babası Abdülvehhâb, iyi bir müslimân idi. Bu ve Medînedeki âlimler, Abdülvehhâb oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasîhat etmişlerdi. Fekat, [1150] de, Vehhâbîliği ilân etdi. Yazdığı kitâblarda ve hele bunların en meşhûru olan (Kitâb-üt-tevhîd)de ve torunu Abdürrahmân bin Hasenin buna yapdığı (Feth-ul-mecîd) adındaki şerhde, ikiyüzelliden fazla, bozuk inanışları vardır. Bunlardan bazısı (Üsûlül-erbea) ikinci sahîfesinde yazılıdır. Bozuk inanışlarının temeli, üç meseledir:
1.) Amel, ibâdet, îmânın parçasıdır diyor. Bir farzı yapmıyan, meselâ farz olduğuna inandığı hâlde, bir nemâz kılmıyan kâfir olur diyor. Bunu öldürmeli, mallarını taksîm etmelidir diyorlar. Bunlar (Feth-ul-mecîd)in 17, 48, 93, 111, 273, 337 ve 348. ci sahîfelerinde yazılıdır.
2.) Peygamberlerin (aleyhimüsselâm( ve Evliyânın (kaddesallahü teâlâ esrârehümül azîz; rûhlarından şefâat istiyen, bunların mezârını ziyâret edip, bunları vesîle ederek düâ eden kâfir olur diyorlar. (Feth-ul-mecîd) kitâbının beşyüzüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Resûlullah hayâtda iken, düâ etmesini istemek câizdir. Hattâ, diri olan her sâlih kimseden, düâ etmesi istenir. Nitekim, hazret-i Ömer, Mekkeye ömre yapmağa gideceği zemân, Resûlullah, (Yâ Ömer, bizi düândan unutma!) dedi. Dirilerin, cenâzeye ve kabrde olanlara da düâ etmeleri câizdir. Fekat, kabrde olandan düâ istemek câiz değildir. Allahü teâlâ, işitmiyenlerden düâ istemenin şirk olduğunu bildirdi. Ölüler ve gâib olan, uzakda olan diriler, işitmez ve cevâb vermezler. Bunların fâide ve zararları olmaz. Eshâbdan ve onlardan sonra gelenlerden hiçbiri, Resûlullahın kabrinden birşey istemedi. Peygamber öldükden sonra, ondan birşey istemek câiz olsaydı, Ömer radıyallahü anh yağmur yağmasını Ondan isterdi. Hâlbuki, kabrine gelip, Ondan düâ, yardım istemedi. Diri ve hâzır olan hazret-i Abbâsdan düâ istedi). Yetmişinci [70] sahîfesinde diyor ki, (Ölüden ve yanında bulunmıyanlardan birşey istemek, onu Allaha şerîk yapmak olur).
3.) Mezârlar üzerine türbe yapmak ve türbelerde nemâz kılmak ve orada hizmet ve ibâdet edenlere kandil yakmak ve ölülerin rûhlarına sadaka adamak, câiz değil imiş!... Haremeyn ehâlîsi şimdiye kadar kubbelere, dıvarlara tapınıyor imiş. (Ehl-i sünnet) olan ve (Şiî) olan müslimânlar bunun için müşrik oluyormuş. Bunları öldürmek, mallarını yağma etmek halâl imiş. Kesdikleri leş olurmuş.
--spoiler--