"seni gidinin Uygurlusu söyle ne diye buldun şu uğursuzu?" diye naralar attığım zamandır kendileri. Aslında para oldukça bilinçli bir şekilde harcandıktan sonra ve hatta paraya kıyarken insanın şuracığına (hani derler ya) bir ateş düşer. Akbil'in dolu olmasıdır bu cesareti veren. Aylık olmasıdır... Neyse, gel gelelim şahsım adına hiç akbilimin boş olduğunı unutmak gibi bir felaket gelmedi ancak üzerimde hâlâ para bulunduğunu düşünen sevgili evebeynlerin bakkaldan çakkaldan bilmem neyi almam için arradıklarında ne diyeceğimi bilemez bir hâlde "acaba ne yapmalı?" voltaları atarken hiçbir zaman mutlu sona ulaşamayıp en sonunda evde "Aaa, unuttum ya." geçiştirmesi ile kâh ucuza kapanan kâh pahalıya malolan (önemine göre değişir ya hani genelde) hüsranla atlatılan bir vakadır benim için.
Ev içerisindeyken beş parasız olduğunu farketme olayı biraz farklıdır. Bir ümit gardırobumdaki tüm ceplileri karıştırıp kullanmam gereken miktar dahilinde para bulma çabası yorucu olmasa da zordur.
Bu durumun en büyük sebebi aslında insanların sürekli elde etme isteğidir kanımca. Bu hem para hem de parayla alınabilenler için geçerlidir. Bir çaba bir uğraş, bir gereklilik yüzünden insanlar sabah akşam demeden çalışmakta, ve çalışabilmek için eğitim almakta; alırken gene para harcamakta. Gelecekte para kazanması için bir insan için para dökmek. Peki bunun sonucuna bakıldığında onca parasız kalmanın acısını çıkaran onca kişiden biri olunamadıysa bence harcanılan kadar da para kazanılamaz zengin ağası olmadıkça. insan ihtiyacının sürekli arttığı bir dünyada piyasadaki para miktarı artacak ve bu sonu gelmez uğraş belki bir gün son bulacak.
Aha da parasız kalmanın bilinç altımda oluşturduğu derin yaranın izleri (: Nereden nereye...