bedevinin biri devesine buğday yüklemiş satmaya gidiyormuş. yolda bir filozofla denk gelip bir taraftan sohbet etmişler diğer taraftan yola devam etmişler. yol arkadaşlığı olunca sohbet de kaçınılmaz oluyor. filozof bedeviye devesinde ne taşıdığını sormuş. bedevi de çuvalların birinde buğday diğerinde kum olduğunu, kum çuvalı olmazsa devenin yükünün tek taraflı olacağını bu yüzden yıkılacağını anlatmış. bunu duyan feylesof peki neden buğdayı iki çuvala bölmedin de bu çölde bu gariban deveye o kumu nafile yere taşıtıyorsun diye sitem etmiş. fikir bedevinin çok hoşuna gidince karşısındakinin bilge bir insan olduğunu da kavramış. sohbet ilerledikçe bedevinin filozofumuza ve bilgisine olan hayranlığı artmış. en sonunda dayanamamış sormuş. - sen necisin, nereden gelir nereye gidersin? bizim ki; ben filozofum kim bir yudum çorba verirse onun kapısında yatarım diye cevaplamış. bedevi bu defa hayretle; olamaz sen bu kadar bilginle saygın bir insan olmalısın, ya vezirsindir ya da hatrı sayılır bir tüccar demiş. filozof ilk cümlesini tekrar edip bedeviyi kandırmadığına dair yemin billah edince bedevi; amaaan var git yoluna, ben işime yaramayan bilgiyi neyleyim. varsın devem biraz kum taşısın da ben kimseye minnet etmeyeyim demiş.
hasılı, hedefe gitmeyen oku neyleyim. maksada götürmeyen farkındalık acıdan başka ne verebilir ki? farkındalık nereden gelip nereye gittiğimizi bilmek değil midir? farkında olup da menzile varamayan mı daha huzurludur yoksa farkında bile olmadan menzile varan mı?