benim yazarlığımı övmek isterken, kendi yakışıklılığını da araya sokuşturmasına bir anlam veremedim...
şimdi, abdullah, sevgili abdullah; yani mübaşir, evet yakışıklı bir adam olabilirsin, ama senin gibi bir adam, benim yanıma gelince elbette güneşin yanındaki merih gibi sönük ve cılız kalır...
unutma ki benim kalp gözüm açık, şu güne kadar işlediğim günahları toplasan, belki bir karınca benden daha fazla allah' ın yasaklarına isyan etmiş, onları çiğnemiştir...
hayır, anlamıyorum benim gibi mükemmel bir şahsiyet nasıl oluyor da seninle bir araya gelebiliyor ?
ve tabi ki bunların hepsi birer şaka !
evet, kibir insanı böylesine alçaklaştırabilir, hatta şaka yoluyla dahi insanın kalbine girebilir...
hayır, ben ne mükemmel bir yazarım, ne de çok yakışıklı bir adamım...
beni gören züleyha' lar, elma yerine kollarını kesmiyor mesela...
ha, ama abdullah esmer yakışıklısıdır o ayrı... fakat niye bana sürekli gelip, '' yav abi yalnızım mına koyim, nasıl hatun ayarlanır bana bi anlat '' diyor bunu hiç anlayamıyorum mesela...
geçen gün de, kendisine teklif eden kızlardan sıkıldığını ve filipinler' e yerleşmek istediğini söyledi...
demem o ki, kendisiyle karşılaştığımızda galiba gıybetten ve ağızdan çıkan laflardan öyle bir sallanacak ki arş-ı ala, sabah bulacak sofular günaha doymuş bedenlerimizi sokağın ortasında ve bizi taşlatacaklar !
noldu göt ? korktun mu ? bu kadar çok gıybet, bu kadar çok iftira, sonumuz ne ola ? sen avukatsın da, biz neyiz ? hakim mi ? savcı mı ? mübaşir mi ? gardiyan mı ? mahkum mu ? yazar mı ? şair mi ? işsiz mi ? öğrenci mi ? öğretmen mi ? yoksa hiç mi ?
kocaman bir hiç !
haydi sen de iç !
iç !
piç !
sözlük iki hece, sevi yordun beni çok lafta !
şiirlerle savun beni, dörtlüklerle müdafaa et...
gazellerle an adımı, sabah ezanıyla selam et...