yüreğinizin yerinde kocaman bir kor parçası taşımaktır, her saniye daha da alevlenen.
ankara'da yaşayanlar bilir, bu aralar bi garip buraların havası. güneş gündüz deli gibi yakıyor, hava karardıktan sonra da bir yağmur, bir fırtına...
işte sevgiliyi özleyenin ruhu da böyledir. yanar da yanar. ne dost tesellisi, ne fotoğraflar işe yarar o yangını söndürmek için. öleceğini sanırsın ama ölmezsin. nefes alırsın ama aldığın nefesi bilmezsin. gözlerin bakar görmez. kalp atışların bi gariptir, sanki ölmek üzere olan bir insanın son kalp atışları gibi. her nefeste o yanan ruh parça parça gider.
hava kararır, gece olur. tabiatın ve insanoğlunun uyumasından mıdır bilinmez daha bi yanlız hisseder bünye kendini. daha bi kapanır içine. işte o zamanlarda sığınıp bir köşeye, ruhunu yakıp yüreğini acıtan o şeye, durması için yalvararak ağlarsın... ağlarsın... ağlarsın...
kimse duymaz sesini. dost, kardeş, ana, baba yoktur o an orada. bir tek sen varsındır, bir tek o hasret, bir tek o hasretin sahibi.
uzaktaysa eğer o taparcasına sevilen, uyandırıp uyandırmama konusunda yaşadığın uzun kararsızlıktan sonra sarılır eller telefona. onun nefesi, onun sesi söndürür yangınları. gözlerden akan yaş artarak devam eder o zaman. sesi yetmez olur, yanında istersin. nefesi yetmez olur, teninde istersin. hayali yetmez olur, kokusunu istersin. anısı yetmez olur, bir daha yaşamak istersin. istersin de istersin. ama işte o an, sadece o an, aslında her zaman deli gibi özlenen, daha çok, artık bünyenin, ruhun bile taşıyamadığı kadar çok özlenir.
sakinleşmeye çalışarak, hayatına anlam katan uyusun diye kapatırsın telefonu.
ağlarsın. sanki hiç ağlamamış gibi. sanki dünyanın bütün dertleri üstündeymiş gibi.
ne zaman uykuya daldığını bilmeden uyursun. sabah olur. yastığın ıslaktır hala.
ama mutlusundur. bir gün daha geçmiştir vuslat yolunda.