anlayış dergisi'nin şubat 2009 sayısında james kiger tarafından hazırlanan bir röportajına yer verilmiştir. beni özellikle kendisine sorulan şu soru ve soruya verdiği cevap etkiledi;
Bu yazarların dillendirdiği temel eleştirilerden biri, dünyanın halihazırda yaşadığı şiddet ortamının ortaya çıkmasında dinin en önemli, hatta belki de tek etken olduğu yönünde. Onlara göre, bugün mevcut olan her çatışma bir çeşit dinî ihtilafa indirgenebilir. Benzer şekilde, birtakım kişiler de, ateistler değil de özellikle Batı'daki yeni-muhafazakârlar, dünyadaki temel çatışmanın bir tarafta Batı, diğer tarafta ise özünde şiddet içeren bir din olduğunu varsaydıkları islam arasında yaşandığını savunuyorlar. Sizce din ile şiddet arasındaki bağlantı ya da ilişki nedir?
insan olmak, şiddet dolu bir dünyaya gelmektir. Çocuğunuza bir grip aşısı yaptırdığınızda mikroplara karşı şiddet uyguluyorsunuz demektir -eğer onların bakış açısından bakarsak!-. Duygusallığı bir kenara koymak gerekiyor. Bu çerçevede şiddet hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Hayat, büyümek için şiddetle yüzleşmek durumundadır. Ne ilginçtir ki bunca şiddete rağmen dünyada birçok güzellik ile huzur ve ahenk de var. Asıl dikkate değer olan budur. Şimdi, bir kişiyi diğer insanlardan farklılaştıran her şey esasen bir şiddet kaynağıdır. iki kişinin durumunu ele alalım: Eğer sınırlı miktarda bir yiyecek varsa, bu iki insan arasında şiddet yaşanacaktır. Bu kişilerin barış içinde yaşamaları için bir yüksek ilkeye ihtiyaç vardır. Aynı örneği iki farklı toplum arasındaki ilişkiye de uygulayabiliriz.
Şimdi, tarih boyunca insanın kimliğini tanımlayan şey din olagelmiştir; bu hem bir insan teki için hem de genel olarak toplumlar için geçerlidir ve istisnası yoktur. Hatta etnik kimlikler bile, diyelim Afrika'daki bir kabilenin kimliği, din ile içiçe geçmiştir; etnik ve dinî kimlikler birbirleriyle bütünleşmiştir. Dolayısıyla, her durumda, dinî aidiyetler bir yandan farklı gruplar arasında zaten ortaya çıkacak olan şiddetin kaynağıdır, diğer yandan da bu şiddeti ortadan kaldıracak olan güçtür. Bu sebeple her ikisi de bugün mevcuttur. Aslında, yirminci yüzyıldan sonra dinin şiddetin temel kaynağı olduğu şeklindeki modern iddiayı hiç kimse öne sürememeli. Rusya'dan Almanya'ya kadar on milyonlarca insan komünizm, Nazizm ve faşizm tarafından öldürüldükten sonra böyle bir şey nasıl söylenebilir? Stalin'in katliamları, Amerika'nın Osaka ve Hiroşima ile Dresden'i bombalamaları, Almanların Polonya'daki insanları öldürmeleri... Bu liste milyonlarca insanı kapsayacak şekilde genişliyor. Bütün bunların yanında din savaşları hiçbir şeydir. Ve de bu katliamlar din adına yapılmamıştır.
Ancak burada daha derin bir şey var. Din ortadan kaldırılabilir, fakat insanoğlu bir boşlukta yaşayamaz. Bu insanlar için dinin yerini alan şey, din rolü oynamaya çalışan bir ideoloji oldu. Bu da bir taraftan komünizm, diğer taraftan da Nazizm ve faşizm şeklinde tezahür etti. Ve biz geleneksel anlamda din ortada olmayınca, yani sahte dinlerin gerçek dinin yerini aldığı bir durumda neler olduğunu çok iyi biliyoruz: Muazzam bir şiddet hali.
islam'a gelince, Müslümanların Hıristiyanları öldürdüğünden yüzlerce kat daha fazla Müslüman'ı öldürmüş olan bir medeniyetin islam'ı şiddet dini olarak suçlaması, eşi görülmemiş bir iki yüzlülüktür. Bu çok açık. islam'a şiddet ve terör kaynağı demek saçmadır. Bugünkü durumun sebebi hiçbir toplumun hapis hayatını kabul etmemesidir. Hiçbir toplum sömürgeleştirilmek istemez. islam dünyasında sömürgeci güçlere karşı direniş hareketleri başladığında, milliyetçilik ve liberalizm gibi değişik şeyler denendi, fakat bunların hiçbiri gerçek anlamda bir başarı gösteremedi. Batı tahakkümüne karşı, ki isimleri Arapça olmasına rağmen kelimenin derin anlamıyla "Batılı" olan ve toplumun elitleri sayılan zümrelerin tahakkümü de buna dâhildir- mücadele etmek için elde bulunan yegane araç neydi? Ne kalmıştı geriye? Din kalmıştı. Dolayısıyla içinde bulundukları durumu aşmak için direniş hareketleri özellikle yirminci yüzyılın başından itibaren -aslında Libya'daki Ömer Muhtar hareketi gibi daha erken tarihli olanlar da vardı- islam'dan faydalanmaya başladılar. Bu durumda tabii ki islam dünyasını terk etmek ve direniş hareketlerine yenilmek istemeyenler için islam şiddetle özdeş hale geliyordu.
Maalesef bu islam'a karşı sürekli kullanılan çok güçlü bir propaganda. Örneğin Gazze'deki son durumun içerdiği muazzam şiddete bakalım. Siz hiç kimsenin Yahudi şiddetinden bahsettiğini veya Yahudiliğin bir şiddet kaynağı olarak tavsif edildiğini duydunuz mu? Yanlış anlaşılmasın, benim Tanrı'nın bir dini olarak Yahudiliğe (veya aynı şekilde Hıristiyanlığa) saygım var. Dolayısıyla insanların onu bu şekilde tavsif etmesinden hoşnut olmazdım. Fakat islam'ın şöyle bir "imtiyaz"ı var: Hakkında istediğiniz her türlü olumsuz şeyi söyleyip hiçbir tepki görmeyeceğiniz dünyadaki tek dindir islam!