terry gilliam iki üç animasyon yapar, çok şahane yaptığı için gider monty python'a katılır, dizi arkasından monty python and the holy grail'i yönetir, bu sırada michael palin adlı bütün kızların vermesi gereken bir şahane insanla muhabbeti ilerletir. (gilliam biraz ürkütüyo, ona vermeseler de olur) sonra bu yönetmenlik olayına devam edesi gelir, ya da bu tarz bi olay gerçekleşir. fakat kendisini eskiden deli siktiği için gider, basit bir senaryoyla uğraşmak yerine jabberwocky'yi çeker.
jabberwocky aslında 71 senesinde, yaklaşık olarak aynı soydan gelen bir başka deli tarafından sikilmiş olan, sürrealizmin çek prensi jan svankmajer tarafından da kısa bir deneyim olarak sinemaya aktarılmıştır, fakat söz konusu filmi sadece okuduklarımdan bildiğim, kendisini izleyemediğim için onun hakkında konuşamıyorum. ve maalesef jabberwocky'yi de orijinalinden okuyup anlayamadığım için lewis caroll'un bu uzaktan çok hoş görünen şiiri hakkında da konuşamıyorum. fakat gilliam'ın çekip tatlı palin'in dennis cooper rolünde arz-ı endam eylediği bu tatlı şeker ve sahneleri birbirine pek de uyumlu bağlanamamış film hakkında bir şeyler yazayım istedim,
şiirden pek haberim olamadığı için belki de saçmalayabilirim fakat, siz bizim dennisoğlanı bir nevi keloğlan gibi düşünebilirsiniz. bu dennis, ortanın sağına tekabül eden karanlık çağlarda bir fıçıcının oğludur, kasabasından topluca bir kıza vurgundur. dennis'in babası oğlunun kendi gibi bir zanaatkar olamadığına yanar, oğlunu pek sevmez. hatta ölümünden saniyeler önce oğluna hareketi çeker, evlatlıktan reddeder, miras falan bırakmaz. dennis de şehre gidip yeni bir hayat kurmak ister, fakat şehrin dışında karanlık ormanda jabberwock adlı gagalı bir ejderha terör estirmekte, ahalinin tüylerini dökmektedir. filmin bu fantastik öğeleri, fazla vurgulanmadan tüccarların işine geliverir. adeta bakkal dükkanının tüple patladığı şaban filmi gibi diyeceğim fakat diyemiyorum çünkü bu tüccarlar ali şen gibi sivrizekalık yapmayı bırak, sadece iki sahnede görünüp gidiyolar, o yüzden biz sadece onların canavardan hoşnut olduklarını bilsek yeter. işte böyle bir zamanda dennis bir yolunu bulup saraya girer ve birbirine bağlanamayan sahneler başlar. aslında sahneler birbirine bağlanabilmektedir, fakat o sahnelerde ne olduğu pek anlaşılamamaktadır. özellikle şövalyeler saklambaç oynarken nasıl oluyor da dennis'in arkadaşı kazanıyor bir türlü anlayamazsınız, filmin büyük gizemlerinden biridir. bir şekilde birbirinden komik ve fantastik sahneler birbirini kovalar, hatta arada prenses memesi görürüz. en sonunda dennis, gagasıyla tarkan viking kanı'ndaki yaratıkla kapışacak sapıklıkta olan ejderhayı kündeye getirir, şehirde kahraman gibi karşılanır, toparlak sevgilisine kavuşamadan prensese yar olur, öyle biter film.
terry gilliam'ın beyninin çalışma şekline dair pek bir detay göremiyoruz, brazil değil bu, sevimli ve bok kokan bir orta çağ masalı. ama monty python'dan kalma alışkanlıklarına devam ettiği için o tanıdık, ağız dolusu kahkahalar attıran skeçlerdeki tadı bu filmde de pek tabi alabiliyoruz. yani açıp izlesek severiz aslında.
ve yazımıza ağaç türleriyle devam etmiyoruz tabi ki.