geçenlerde aklıma düşmüş, hipotez niteliğinde ucuz bir fikir beyanı çabası.
aslında bu bir döngü!
insanlığın yaşına bakarsak,
ateizmin insanları saf gerçeğe, korkusuz ve aydınlatıcı bir şekilde yöneltmeye başlamasının üzerinden çok da uzun zaman geçmedi. ateist düşünceler günümüzden iki bin yıl önce de vardı; fakat gerek iletişim eksikliği ve bilgi akrarımındaki eksiklik, gerekse yazının tam anlamıyla tüm toplumlarda kullanılmaya başlanmamasından dolayı, karanlık dönemlerde üretimiş çoğu fikir günümüze ulaşamadı. geçmişin ve şimdiki zamanın birleşimi ile aydınlattığımız günümüz dünyasında yıllar geçtikçe insan düşünsel evrimini daha ilerilere taşıyarak, var olan herşeyin mantıklı ve bilimsel bir açıklamasının olmasını arzuladı. karanlık çağların bugüne gereksiz hediyeleri olan yıllanmış masallar yerini, 'duygusal insan yaratığı'na acı veren, saf gerçeklere bırakıyordu.
insanlar bilinçsiz bir şekilde devletleri ortaya çıkarırken, içlerindeki olunmaz yönetilme arzusuna teslim olup, sorumlulukları bireylerden yani kendilerinden alıp, kitlelere veriyorlardı. kitlesel sürüklenme, 'yalnız insan'ın korkularını, korku duyduğu 'diğerlerinden farklı olma durumunu' biraz olsun giderirken, insana bireysel rahatlama duygusunu tattırıyordu.
tanrıların oluşturulması da devletlerin var edilmesi hikayesine benzer olarak insanlığın ergenlik dönemine rast gelir. korkmuş, cahil ve öğrenme çabası içersindeki genç insanlar, akıllarındaki boşlukları gereksiz ve gerçek olmayan bilgilerle doldurdular!
çünkü, onların anlayabileceği, kendilerine açıklayabileceği evren şekli budur!
onlar için ulaşılamaz olan herşey, ulu bir güçtü! dokunulamaz olan ateş, erişilemez olan gökyüzü,
sonsuz parlaklığı ile güneş, yağmur, gece, ay, bazen hayvanlar bile insanların tanrısı oldular. işi öyle ileri götürdü ki insan, kendine tanrılar yapmaya başladı. (yapılan tanrılar konusuna birazdan tekrar döneceğim.)
evreni kendi küçük boşluklarına yetecek düzeyde az ve anlaşılır bir şekilde açıkladıktan sonra, insanın varlığına, var olma sebebine yönelen insanoğlu, burada da olgunlaşmamış aklı ile kendince birşeyler üretti ve buna inandı. ölümden sonra yaşamın varlığına inanmak onun için en fazla iç rahatlatıcı bireysel kandırmacaydı; fakat bu kandırmacayı o kadar da önemsemediler! bastırılmış korkunun dışarı çıkmasını engellemek için, kendilerine kendilerini sorgulamayı unutturup, yaşamaya ve yeni batıllar üretmeye devam ettiler.
daha çok peygamber!!!
daha çok tanrı!!!
daha çok put!!!
daha çok! daha çok!
insan kendini dünyaya 'gönderilmiş' olarak görmeye başladı. artık kendisine göre, burada olmasının bir gayesi vardı. düşünmeye başladıktan sonra gereksizce, kendisini diğer canlılardan üstün görme çabasına girişti. kendini kutsallaştırdı. artık insanlar tanrılar tarafından dünyaya gönderilmiş, sınanan birer deney faresiydi! tanrılara itaat etmeyenler, tanrı tarafından cezalandırılacaklardı!
itaat şartları ise, zaten geçmişte dedelerinin yazdığı, toplumsal düzenin ve insan ırkının devamı için
toplum huzurunu koruyan kanunlardı! işte var edilmiş tanrılar, yani putlar bu hikayede rol alıyorlar. fikirleri olan akıllı insanlar, diğer insanlar içersinden sıyrılıp kendileri olmayı başarmışlar, fikirlerini diğer insanlara anlatmışlar. ve insan ırkının devamını sağlayabilecek nitelikte olan, ayrıca toplum tarafından kolay kabul görebilen fikirleri benimseyerek genel geçer hale getirmişler. bu korumacı fikirlerin uzun süre insanlık için geçerli olmasını sağlamak amacıyla, fikirler bilinçsizce korunmaya çalışılmış, kutsallaştırılmış, putlaştırılmıştır. tabi çoğu fikrin/putun, çevreye uyum sağlayamayıp yok olduğunu da belirtmem gerekir.
işte bu değişim geçirmiş kanunlar, öfke ile çevreye ve insanlara zarar veren insanları durduramayınca, onlara; onları gelecekte bir gücün kendilerini cezalandıracağı söylendi! bu onları durdurmanın tek yoluydu!
böylece, her toplum kendi dinlerini oluşturarak, tanrının sığınağına çekildi!
insanın olgunluğunu yaşadığını düşündüğün 21.yüzyılda, dinleri reddederek toplumsal düzene ters düşmeyen insanların varlığını bilmek beni mutlu ediyor. artık insan ergen değil, akıllı! ve gerçeklerin farkında olarak, dinleri ve tanrıyı reddedebiliyor.
var olmuşluğu, var edilmişliğe çevirip, ardından var olmuşuğa cesurca dönebilcek kadar korkusuz!
burada, ateizmin gidişatını evrime bağlayacağım yere gelmiş oluyoruz;
evrimin en büyük kurallarından birisi, çevreye uyumdur.
uyum sağlayabilen türler, yaşamlarına devam ederler.
(uzun ağaçların olduğu bir ormanda, kısa zürafaları göremezsiniz.)
ateistin hayat görüşüne göz atarsak;
bir ateist için hayat, var olmuşluktan başka birşey değildir. hayatın onun için çok fazla değeri yoktur.
ölüm, anlamsız başlangıcın, en anlamlı sonu; geri dönmemekle birlikte hayatın bitişidir.
bireysel tatmin duygularından sıyrılmış insan, böylesi anlamsız bir var oluşun parçası olmasını istemediği için, bir insan daha dünyaya getirmek istemez, bu sebeptendir;
ateist oranının fazla olduğu ülkelerde, doğum oranları eksiye doğru giderken, kutsal bir olguya inananların fazla olduğu ve gelişmemiş ülkelerde doğum oranları oldukça fazladır. tabi burada, gelişmemiş ülkelerdeki, aile planlaması eksikliği, korunma eksiklikleri vs.yi de veri olarak almak gerekir.
günümüzde ateist sayısındaki artış, sadece var olan insan sayısındaki bilinçlenmeyi yansıtır.
keza, ateist ailelerdeki bebek doğum oranları bariz bir şekilde eksiye gitmektedir.
işte,
ateizm aslında bu dünyaya ve insanlarına uygun bir düşünce biçimi değildir! insan ve ateizm düşüncesi böylesi bir anlamsızlığa ayak uyduramaz ve bu sebeple, belirsiz bir zamanda ateist insanlar, anlamsızlığa anlamsızlık katmanın gereksizliği düşüncesiyle üremediği için tükenecektir.
burada aklımıza takılan birkaç soru olmalıdır?
"düşünsel evrimin birikerek ilerlediğini bildiğimize göre, her geçen gün daha da bilinçlenen insanoğlu, bilinçlenmiş ve olgunlaşmış insanlarını yitiriyorsa, tüm insanlığın geleceği tehlikede değil midir?"
bu soru, aciziyet içinde sorulacak sorulardan sadece birisidir.
tüm insanlığı, bir insana indirgeyip düşünürsek;
:::insan doğar,
ve doğduğunun bilincinde değildir.
:::bebeklik döneminde, öğrenme aşkı ile yanıp tutuşur,
fakat öğrenebilek kadar aklı olgunlaşmamıştır.
:::çocukluta, her türlü masala inanır, aklına ne koyarsan ona inanır.
:::ergenlikte, kendi düşüncelerini oluşturmaya başlar.
:::gençlikte, ergenlikte oluşturduğu kendi fikirlerine gereksiz bir cesurlukla inanır.
bu, onun için sorgusuzdur, ve kesinlikte reddi kabul edilemezdir.
:::olgunlukta, gençlikte oluşturduğu fikirleri sorgulamaya başlar, gerçeği doğrudan ayırt etmeyi becerir.
:::yaşlılıkta ise, hepsinin gereksiz bir çaba olduğunu fark eder,
sonu ölümle biten bu serüveni, adanmış bir sorgu ile bitirir.
işte insanoğlunun geleceğini de ben bu şekilde görüyorum.
ve insanoğlu, dünya'nın ergenlik sivincelerinden başka birşey değildir, diyorum.