"yoldaşlar ekmek ve iş diyor, ama ekmek ve bir bardak şarap daha iyi olmaz mı?"
yaşasın tembeller, ki yaşıyorlar, ilk hedefimiz akdeniz... coşku, yaşam sevgisi, akordeon, akorsuz haytalıklar, dans, müzik, şehvet, sokaklar, eşşoleşşek şakaları, hababam fırlamalıkları, zeytinli yağlar, şaraplı yemekler, "neşeli, cömert, azimli" insanlar, volpina ve çığlıkları ve ağzından akan sular, enternasyonel marşı, faşizmle geçilen hayalar, hayatı dolu deli yaşayanlar, "dedem bir tuğlacıydı, babam bir tuğlacıydı ve ben de bir tuğlacıyım. ama hala evimi göremiyorum, ya sen?" diyen şair işçiler, sigara dumanlı sinemalar, polenler, sisler, tavus kuşları, boğalar, sadece evlenilen değil gerçekten eğlenilen düğünler, ironiler, emmeyip üfleyen gerzekler, "mature"a övgü; yaşasın iri göğüsler ve eski zaman kalçaları...
küçük bir kasabaya bu kadar hayal sığdırılabilir mi? fellini sığdırmış.
izlerken eğlendim, eğlenirken düşündüm. düşündüm de taşındım; insanları ikiye ayırdım: Hayatı, bu filmdeki karakterler gibi tutkuyla yaşayanlar ve yaşamayanlar. terfi etmek için patronumla görüşmelere başladım. gıcık bir adam ama. dur bakalım! napacağı belli olmaz.
ayrıntı: grand otel'in lobisinde, şeyhin geldiği sahnede, küçük küçük Türk bayrakları var, hem de 4 tane... çok da mühim değil amma... öyle işte.