Öncelikle tüm kitaplar da ezeli ve ebedi olarak lanse edilen bir olursal/olmazsal varlığı, yani olabilirliğine ve olamazlığına inanan ve bu inanışı benimseyenlerin olduğu bir evrende tanrı kavramını yokluk paradoxu adı altında ele almak büyük talihsizliktir. konu başlığına giriş değerlendirmesinde descartes, parmenides,herakleitos ve tertullian gibi tarihsel figürlerden izler taşıyan bir mozaik var. ''inanıyorum,çünkü saçma'' diyerek tanrının varlığını benimseyen tertullian'ın saçma olan ile ezeli-ebedi olan arasında bir özdeşlik kurması ve saçmayı bu ezeli-ebedi varlığın imkanının en önemli hakikati saymasını saçma olarak değerlendirmek bir saçmalık mı,yoksa saçmalık,bu varlığa getirme eylemini saçma olarak nitelendirmek mi?
ve kişi sorar;saçmalık nedir?
birşeyi saçma olarak nitelendirmek için ya o şeyi akla uygun bulmamak gerek ya da anlamamak gerek, akla uygun bulmadığın ya da anlayamadığın bir varlığı bütünüyle kabullenmek...saçmalık mı?
ya da descartes, düşünüyorum, o halde varım. bu vecizede ilk etapta tamamen bireysel bir vurgu yatmakta, bu bireysel vurgu kendi çeperinden çıkıp genelede maledilebilir. yani düşünen her insan, düşündüğü an varlığını tescil etmektedir. peki düşündüğü an kendini varlığa getiren insanın düşüncesine konu olan şey varlığa gelebilir mi? sürrealist bir ressamsanız kafanız da tasarladığınız herşeyi resmedebilme şansınız vardır, bu basitçe bir örnekti, ama tanrı düşüncesi bu değildir, eğer tanrı düşüncesi bu olsaydı insanların hala putlara tapınıyor olmaları gerekiyordu, ne güzel işte, kişinin kafasında şekillenmiş, tasarımı yapılmış ve el emeği göz nuru ile piyasaya sürülmüş çil çil putlar...ki hala meta üzerinden bir varlığa tapınma eylemselliği başta uzakdoğu olmak üzere bir çok kültürde devamlılığını sürdürmekte. ama genel anlamda ki tanrı algısı bundan çok farklı bir durum, göremediğimiz,dokunamadığımız,kokusunu alamadığımız bir varlık... sadece düşüncede varolan, gördüğümüz ve yaşadığımız bir çok olayı ya da şeyi kendisine malettiğimiz bir düşünce. ama asla somutlaştıramadığımız bir düşünce...
gelelim herakleitos un varlık-yokluk ilişkisine, ona göre herşey kendi zıttını taşır, yani herşey kendi varlığı içinde aynı zamanda yokluğunuda taşır, bişey varken hem yoktur,hemde vardır,buradan hareketle olmak ya da olmamak, varolmak ya da varolmamak diye buyurmuş olan herakleitosun bu anlayışına tanrıyı sokmak anlamsız olur. zira ezeli ve ebedi bir varlık olarak lanse edilen tanrının kendi zıttını yaratması gibi bir düşünce olamaz, eğer tanrı bu evren deki herşeyin kurucusu ve gözleyicisiyse, insanların içinde bir korku ya da sevgiyse, allah korkusu adı altında çoğu insan yapmak istediği kötülüğü bu korku yüzünden gerçekleştirmiyorsa..bu anlamda tanrı bu evrenin adalet ve ahlak sibobu görevini görmektedir, bunun tam tersi bir durumun varlığı düşünülemez, yani tanrının adaletsizliğin ve ahlaksızlığın sibobu olması gibi bir düşünüm dinsel paradigmaların özüne ters bir durum ortaya çıkarmaktadır. o halde kendi zıtlığını kendinde barındırmayan şey zaten yoktur, yok olan birşeyin varlık nedeni olarak yokluğunu delil göstermek bizi tertulliana götürür, yani saçma olana.
gelelim parmenidese, onun buyurmuş olduğu üzere; bir buğday tanesini yere attığımız an onun yere değişi esnasında bir ses duyamayız, ama onun aslında bir sesi olduğunu biliriz, fakat insanın duyma yetisinin sınırlarından dolayı bunu duyamayışımız onun bir sesinin olmadığı anlamına gelmez, ama bir avuç buğdayı yere attığımız an çıkan sesi duyarız, bu çokluğun sesidir, ama bir avuç pamuğu yere attığımızda da sesini duyamayız, o da bir çokluktur ama yişnede duyamayız, ama bir sesinin olduğunu biliriz, duymasak bile bir sesinin olduğuna inanmak zorundayızdır. yani oprtada bir ses yok, ama aslında var..bizim duyamadığımız bir ses var,duymadığın sese inan. evet bu bir ihtimaldir, zira buğday tanesi görünmekte, bir hacim ve ağırlığa sahip, yerçekimine uygun bir yapıda...buradan hareketle onun yere düştüğü an bir ses meydana getirdiğini düşünmek mümkündür. ama hiçbir şekilde kendine dair bir somut iz taşımayan tanrıyı yokluktan varedip, evet göremiyoruz,duyamıyoruz ama inanmalıyız, ona inanmamızın zaten en büyük gerekçeside sahip olduğu bu soyut niteliklerdir diye buyurmak ve bu yolla onun varlığını kanıtlamak bizi yine tertulliana götürmekte;saçma...
saçma olandan kesinlik yargısını çıkarmak; kesinlikle saçma olmak.