hıncal uluç

entry1498 galeri video3
    427.
  1. sözlük yazarlarının vermiş olduğu itinalı ve güzel ayarların yanısıra vakti zamanında ayarın kralını sezen aksu'dan almış kiş-i.

    "Zalime haddini bildirmek, öksüze kaftan giydirmektir." Annemin eşsiz özdeyişlerinden biridir bu. Eğer sizi yöneten terazi vicdan değilse, bu kadar güçlü ve yerleşik bir ifadenin icazetiyle dilediğiniz kadar acılaşabilir, kötüleşebilirsiniz.
    "Bu adam zalim". Bu öyle bir cümle ki; adaleti olan ya da en azından adaletli olma derdinde olan biri bu cümleyi zekânın yarattığı
    gerekçelerle kurmayı kendine yakıştırmaz. Adaletli biri ancak kendine, kendi doğrularına, zaaflarına, hırslarına, egosuna gerçekten mesafe koyabildiğinde ve vicdan bunu onayladığında içindeki savaşçının önünü açar.
    Sen zalim bir insansın Hıncal. Bilen bilir, ne kadar canım yanarsa yansın, ne denirse densin, ne olursa olsun konuşmak, cevap vermek âdetim değildir. Bu kadar sert ve zor bir dünyada kişisel sıkıntıların kamuoyu önüne taşınmasını ayıp bulurum. Hırsın, öfkenin; insanın ahlakını değiştirmesine izin vermemenin erdemine inanırım. Kelimelerin gücünü, istenilirse ne kadar zehirli, kıyıcı, mahvedici olduğunu, üstelik bunun en alasını, en
    acıtanını yapabileceğini bilen biri olarak hiçbir şey için, hiç kimseyi kırıp dökmeye değmeyeceğine bütün kalbimle inanırım.
    Ama sen zalim bir insansın Hıncal. Arkadaşlığımız niye bitti biliyor musun?
    Senin ikili ilişkilerde de vazgeçemediğin iktidar tutkusuyla, gücünü sınamak için icat ettiğin uyduruk küslük oyunlarına geldiğim için değil. Orta sınıf ahlakıyla yetişenlerin çok iyi bildiği o vefa duygusuyla, bana benzemeyeni de sevebilmeyi, anlayabilmeyi değerli addederek, yirmi beş yıla yakın sürüklediğim bu arkadaşlıkta hep içime sinmeyen, önceleri adını koyamadığım, içten içe hep rahatsızlık veren tuhaf bir sezginin; sonunda, bana rağmen pembe balonu patlatması yüzünden...
    Sen en büyük harfler, en iri kelimeler ve büyük kahkahalarla gereğinden fazla sevgiden, iyilikten, dostluktan, sadakatten bahsederken çıkardığın gürültünün bana, hiç durmadan babamın, "insan en fazla kendinde olmayandan söz eder" cümlesini hatırlatmasına engel olamadığım için...
    Sonunda bir reklam filmi hizmetine sunulan o kocaman kahkahayı, bir türlü sahici bir gülüşe benzetemediğim, insanın içine neşe yerine niye korku saldığını bir türlü keşfedemediğim için...
    Uzun zaman hiç anlam veremediğim yerli yersiz polemiklerde pekâlâ incelikle anlatabilecek yeterliliğin olduğu halde; ölçüsüz, sertleşen, keskinleşen, fütursuzlaşan üslubunun, kendi markanı ve gücünü daha da parlatmak için planlanmış bir strateji olduğunu fark ettiğim için...
    Korunma içgüdüsü ile seninle mecburen uzlaşanların, aşağıdan alanların, senin tabirinle yalakalık edenlerin içlerindeki bastırılmış nefretin, ilk fırsatta nasıl yok edici bir güce dönüşeceğini bile bile, sonsuz yalnızlık pahasına kalemini bu korku krallığının gücüne adadığın için...
    "Hıncal, ne olur yazma beni köşende" diye her rica ettiğimde; "Bu ülkede seni seveni severler. Çok tepki aldığım zamanlarda patlatıyorum bir Sezen Aksu, ortalık süt liman," diyebilecek kadar pişkinleşebildiğin için...
    Her geçen gün biraz daha kendine mahkûm olduğunu, samimiyeti, safiyeti ıskaladığını, gerçekle bağlantılarını gitgide kaybettiğini seyretmekten duyduğum üzüntü için...
    Bir insanın büyük bütünü bu kadar gözden kaçırıp, bu kadar kükremesini elimde olmadan küçümsediğim için...
    Kişi, konu, gerekçe ne olursa olsun, neden ille de en aşağılayıcı, en yaralayıcı sözleri tercih ettiğine, insanları nasıl böylesine iştahla küçük düşürmeye çalışabildiğine, bir insan kalbine nasıl bu kadar kıyabildiğine, kelimelerle gerçeği değiştirebileceğine nasıl inanabildiğine, her insan yüreğinin haberle habaseti mutlaka ayırt edeceğini hissetemeyişine, bir türlü akıl sır erdiremediğimden sonunda istemeye istemeye hiç kimseyi gerçekten sevemediğine ikna olduğum için...
    "Her insanın son ana kadar kredisi vardır" diyerek, beş dakikaya beş yıl harcama cömertliğinden caydığım için...
    Dört yıldır ölümcül bir hastalıkla uğraştığımı, bu hastalığın adının 'coushing sendromu' olduğunu, en önemli belirtisinin kortizona bağlı aşırı yağlanma nedeniyle 'moon face' yani 'ay yüz' olduğunu ve bel-baş arasında yağ yastıkçıkları tabir edilen geçici doku deformasyonları oluşturduğunu, hastalığımın neredeyse tamamen geçtiğini, bu süreç içinde değil estetikçiye, dişçiye bile gitmemin yüzde yüz yasak olduğunu bildiğin halde, bu durumu başka türlü kullanabilecek kadar şeytanına yenildiğin için...
    Benim hiç kimseyi kandırmaya kalkışmayacak kadar akıllı ve saygılı biri olduğumu unuttuğun için...
    Son olarak "zalimin meclisinde oturan da zalimdir".. zalimin meclisinde oturmak istemediğim için...
    Bunları neden yazdığımı daha iyi anlayabilmen için küçük bir hikâye ile tamamlıyorum yazımı:
    Bir leylek, kendine yuva yapmak için yer arıyormuş. Epey bir bakındıktan sonra pek ünlü bir âlimin evinin bacasına yapmış yuvasını, hem de bir şeyler öğrenirim diyerek. Bunu gören âlim, "Vay sen benim bacama nasıl yuva yaparsın" diyerek, büyük bir hiddetle, taş ve sopayla saldırmış leyleğe. Leylek zar zor canını kurtarmış ama kaçarken isabet eden taşlarla bir bacağını kırmış. Leylek adalete inanırmış. Mahkemeye vermiş âlimi. Ve kazanmış davayı. Kadı, âlimin de bir bacağının kırılmasına karar vermiş. Leylek itiraz etmiş hemen, "Aman kadı efendi, lütfen ayağını kırmayın, kavuğunu alın yeter" deyince, Kadı sormuş, "Neden?" Leylek cevap vermiş, "Kavuğunu alın ki, başkaları da zalimi âlim sanıp kırılmasın."
    3 ...