peki, siz korkuyor musunuz? her şeyin, bilginizin, bilmediğinizin, varınızın yoğunuzun tacirliğini yapar ve siz bunca cesaretliyken, gözleriniz bakışlarınız, gücünüz zaaflarınız kadar simsiyah üstelik!
sevgilerinizin, emeğinizin, düşüncelerinizin, hatta inancınızın.
kimi tezgahlarda, taş tabletlerin içine hapsettiğinizi düşünüp, salkım saçak her yanından savrulurken, birkaç anı, üç beş düş, birkaç akçe, üç beş ak, karşılığında.
öyle çok şey saklıyor ki içinde karanlık, tıpkı saçı başı darmadağınık bir sokak kadını gibi, etekleri(sözleri) başka yerlerde göğüsleri(özü) başka. saçlarını savuruyor ufuklardan toplayıp alelacele öyle bir, yer gök, dağ taş simsiyah kuzguni renginde.
lakin eteğinde karnını saklarken, çığlıklar akıyor yanaklarından, kalbine damlıyor hıçkırıkları. çocukların elleriyle tutunduğu küçük evlerin eski pervazlarında, hayata bakan minik gözleriyle onlara, büyük korkuları öğretiyor. toprağı ve yalnızlığı taşıyor karanlık sırtında, bir başınalığı sağıyor sonra yorulup, ilk şükür yahut isyan sonrası dinlendiği kaldırımların tozlarını silerek oturduğu saatlerin en kuytu, en ıssızlığında.
kirli bir kadın bu. koltuğunun altında masumların kesik başları, avuçlarında minik yavruların tertemiz hayallerinden arda kalan sivri çakıl taşları. kanıyor elleri karanlığın. yumruk yapıyor görünmesin diye.
kaç vazgeçişleri, terk edişleri damıtıyor lisanı kim bilir, ağzı öfkeyle dolu, ağzı dili içinde. lekeli ve yırtık elbisesinden görünüyor kiminin günahları, kiminin yalanları, kiminin açıkta kalmış haramları.