insanoğlu gerçekten çok zavallı bir yaratık. dünyaya ilk gelişi/getirilişinden beri daima tapacağı, kölelik edeceği, bir şeyin/birinin/bir kurumun/bir devletin peşinden koşmuş durmuş. bu yetmemiş çoğu zaman bu kişi kurum ya da olguyu kendisi yaratmış/kabul etmiş/ kabullenmiş. sadece kendisi için de değil kendisi dışındakilerin de (öncelikle kendisinin peşinde koştuğu şeye inanmayan, kabullenemeyen;kendi; hemcinslerini;kendisi dışında/ diğerleri; olarak nitelendirerek ) aynı şekilde davranmasını istemiş. hem de ne pahasına olursa olsun. bunu da zamanla kurumlar oluşturma olgusuyla çok daha ileri taşımış en sonunda o kurumlar kendilerine karşı olduğunu düşündükleri herhangi bir düşünce ve eylemi tehdit olarak algılayıp, en acımasız yöntemlerle karşı koymuş/savaşmış/ yok etmiş. ve her ne yaparsa yapsın binlerce yüz binlerce kadın erkek ve çocuğu öldürmüştür. ortada din varken, savaşların sebeplerinin insanoğlunun kurduğu devletlerin siyasetlerinin ve açgözlülüğünün olduğuna inanmak ne kadar kolaydır; nasıl bir aptallıktır.
mülkiyetin farkına varması ile başlayan sürecin sonucunda kendisini yarattığını düşünerek yarattığı tanrısı ile kendi arasındaki iletişimi sağlaması için zamanla bir dinsel seremoni yöneticisine ihtiyaç duyan arkasından da kendi aralarında gelişen mülkiyet ilişkilerini düzenlemesi için toplumsal ilke yöneticisine ihtiyaç duyan ve ikincisi için birincisini temel gören de insanoğludur.
milyarlarca insanın inandıkları yalanlardan kurtulup kendilerini bulmalarını ve kendi ataları tarafından yaratılmış yalanlara inanmayı bıraktıklarını görmek beni çok mutlu ederdi açıkçası. insanoğlunun manevi evriminin önünde engel olan din olgusunun yok olması ve yeni bir çağın başlangıcı olacak o günleri göremeyeceğimi/yaşayamayacağımı biliyorum. her ne kadar bazı insanların kendi yaşamlarının iyiliğini kendilerin dinsel ahlak olarak nitelendirdikleri arzu ile ortaya çıktığı düşünülse de ve bu samimi duyguları dinsel düşüncenin çöküşü ile yok olur denilse de tüm bunlarının hepsinin bir gün yok olacağını düşünmek, yok olduğunu görmek sona erebileceğini bilmek beni hiç tedirgin etmiyor. aksine böyle bir şeyin gerçekleşmesini arzu etmekteyim. öte yandan beni en çok korkutan bu arzum. arzu, aslen insanoğlunun kötülüğünün sebebi. ve kendi yarattığı dinin ve kendi yarattığı onu yaratan tanrı ilkesinin içine sokarken de pek dikkat etmediği ama sonuçta kötülüğün ortaya çıkışının da yegane sebebi.
insanoğlu ile tanrısı arasındaki bağı sağlayan kurumların, kişilerin (hoca/imam/rahip/papa x y z); kendi varoluşlarının sebebi olan dini inanışı korumak için yapamayacakları hiçbir şey yok.
her din kendi ritmi, sistematiği içerisinde dünyanın çok daha iyi bir yer olacağını iddia eder. insan yaşamına bu kadar az değer veren bir tanrı ile mi diye sormak gerekir o dinlere.
din daima nefretin ve hoşgörüsüzlüğün tetikleyicisidir.
binlerce yıl önce truva da, orta asya da, mezopotamya da, güney amerika da afrika da savaşan insanlardan ne kadar değişiğiz. din onlara ne verdi de bize farklı bir şey verebilsin. din onlara da onlarla aynı şeye yani kendisine inanmayanı yok etmeyi, kendi yapısal bütünlüğüne karşı olan her düşünceyi ezmeyi öğretti ve uygulattı; bugünün insanına da aynı şeyi yapıyor. insanlar kutsal kabul ettikleri şeyler için ölümüne savaşmaya, öldürmeye ve ölmeye hazırlar. özellikle tek tanrılı/kitaplı dinlerde dini korumak o iman yapısı içerisinde olmazsa olmazlardan biri. oysa o kitaplarda yazılanların kaynağı mitler ve binlerce yıl öncesine dayanıyor. insanlar soru sormadan merak etmeden kaynağını sorgulamadan inanmaya hazırlar. ve o kitabın dışındaki herhangi bir şeye de inanmamaya. eğer kitaplara bakarsan ibrahim 100 yaşında çocuk sahibi oldu ve 170 yaşına kadar yaşadı. bu sadece dalga geçilmeye layık zırvaların hala insanların yaşamından daha değerli olmasının; insanların hayatlarına hükmetmesinin bir anlamı var mı? buna inanabilen birisinin bilimsel araştırmalara evrime inanmaması da cabası. dinlerin (özellikle de islam, hıristiyanlık ve museviliğin) döneminin dominant kültürünün o dönemdeki medeniyeti domine eden devletin dini olduğu için kanla, savaşla, vahşetle ve ölümlerle bu kadar büyüdüğünün görmemek aksine kendi inandığı dinin barışla ilgili bir şey olduğunu düşünmek kendi kendine söylenebilecek nasıl bir yalandır. her şeyin her zaman sadece kendini peygamber olarak gösterip ileri çıkanların güç hastalığı olduğunu görmek için onun ölümünden sonra arkada kalan yoldaşlarının neler yaptıklarını görmekle yeterli iken (musanın kardeşi adını hatırlayamadım, isa dan sonra petrus vs muhammed den sonra sünni-şii yol ayrmı) bunu görmemek yorumlayamamak insanoğlunun aptallığının bir göstergesidir.
bu üç dinin üçü de tanrılarının henüz tamamlanmamış isteklerinden derlenmiş dinlerdir. böyle bir saçmalık var mı?
üçünün de yüzyıllardır ibrahimin doğduğuna inandıkları bir mağaranın bulunduğu topraklar için savaşmalarını nasıl anlamlandırabiliriz.
bir insanın mesela benim iyi ve kötüyü nitelendirmem ve onu başkalarına karşı şu iyi bu kötü şeklinde savunmam çok kolay çünkü kendi tasarladığım bir yapının içerisindeyim. bu tasarımım aynı zamanda benim yapıp etmelerime de sebep ve sonuç oluyor. şunu yapmam çünkü kötüdür bunu yapayım kötü değil bu demek şeklinde. ama tutup da kendimi aşıp, benden başka insanların iyiliği ve kötülüğü üzerinde fikirler üretmem burada asıl hata oluyor. bir insan başka bir insan için ya da herhangi bir toplum için iyinin ya da kötünün ne olduğuna nasıl karar verebilir? nasıl seçebilir? bunu anlamakta zorlanıyorum .
artık insanoğlu bu inançlarından kurtulma zamanına gelmiştir. yüzlerce yıl öncesine göre bir çok şeyi dine rağmen başarmış durumdayız.
peki dinlerin hiç mi iyi tarafları yok. ben dinin neden olduğu gereksiz acı ve ıstıraptan başka hiçbir şey görmüyorum. iyi insanların iyi olmaları ve kalmaları için dine ihtiyaçları yok. aynı şekilde kötü olarak addedilen insanların hepsinin kötülükleri bireysel iken dinlerini koruyan liderlerin yarattıkları mass destruction tahmin edilemez boyutlarda. öte yandan dünyada açlığın hüküm sürdüğü topraklarda açlığın hüküm sürmesinin sebebi de genelde bu dinlere inanan toplumların sömürge düzenleri iken ;fakirleri doyuran; din yalanı da çok kurmaca duruyor.
marsa uzay aracı gönderip onu dünyadan radyo sinyalleri ile kontrol edebildiğimiz günümüzde gemilerin denizde su üzerinde tanrının isteği ile gidebildiğini düşünen insanlara ne demem bekleniyor ki aptaldan başka. ve bu aptallar hala yaşamımı şekillendirmek isterlerken bilime ve ilerlemeye karşı durmayı öğütlerlerken bunlara kayıtsız mı kalmalıyız. dünyanın düz olduğunu anlatan bu tanrıların bu kitapların ve bu peygamberlerin anlattıkları şeylerin doğruluğuna hala inanan insanların var olması yeterince kötü iken üzerine bir de bu anlatılanları korumak için vahşet kan ve gözyaşı yaratmaktan çekinmemelerini nasıl anlamaya çalışalım.