bir humma nöbeti gibi sarmışken dört bir yanı, ölümün sıtması. kalplerin bir çoğu da buna yakalanmışken. umudumu ve inancımı korumaya çalışıyorum var gücümle. dudaklarım sayıklıyor bazen yağmur bulutlarını. en çok da tokluğun ismi duyuluyor dualarımda. kıtaları saran bu ölüm, vahşet ve kıygının, nasıl biteceğini bilemesem de; belki insaniyetler, merhametler, aralanan gözlerde nemlenen birkaç damla yaş, damlaya damlaya birikir... kim bilir... belki de!
o insanlardan daha muhtacız aslında, bir yudum suya, bir lokma kuru ekmeğe, pirince, mercimeğe, una. belki anımsarız şükrümüzü, belki doyar insanlığımız ve çöker dizlerinin üstüne. uykularım yaralı en çok, ah bilseniz nasıl kıvranıyor. her masal başlamadan yahut düş, pencereleri açılmadan, kuvvetli bir rüzgar esiyor. masumiyet güzelliğini yitirirken, utancım zedeliyor insaniyeti.
her hikayenin kendi yaşı olur sanırdım
her masalın kendi tarihi yahut
bilmezdim insanların zamanı öykülerin de zamanıymış
aynı günlere bölünürmüş meğer, aynı hakikatlerce lanetlenirmiş.
aynı sevdalar yaşanırmış, lakin farklı kalplerin yeminiymiş meğer...hangi öyküler dolaşır damarlarında, hangi sevda besler hücrelerini. beyaz atlar çiğneniyor cehennem atlılarınca, hangi korsan bağışlar masumiyeti...