çoğu insanın oynadığı ilk elektronik oyun olma konusunda mario ile yarışan tetris fena halde hayata benzer. belki de bu yüzdendir çok sevilmesi, bağlanılması bıdı bıdı bıdı.
neyse, boş lafı bi kenara bırakırsak tetris hayata fena halde benzer kardeşim, hem mantalite hem de aşama olarak benzer. şöyle ki: önceleri genelde boş bi zemin vardır, parçalar yavaş yavaş gelir, hata yapma ihtimaliniz düşüktür, yapsanız bile toplayabilirsiniz. bebeklik gibi aynı yani, temiz bir sayfa. gerçi bazıları oyuna kurulu çarpık sıralarla başlarlar. şanssız doğanlardır onlar, ellerinde olmayan nedenlerle hayata zorluklar içinde başlayanlar. kaderleri budur, ama unutulmamalıdır ki bu zorlukları yenmek insana daha çok puan kazandırır.
kader demişken, gelen parça da bir nevi kaderidir insanın, bazen küfür ettirir, bazen de dans. yalnız bence önemli olan geleni iyi değerlendirmektir hayatta olduğu gibi, beklemek değil. uzun çubuk beklemekten bahsediyorum mesela, doğru insanı beklemek gibi, doğru anı beklemek gibi, o doğru insan zamanında gelirse ne süperdir, peki ya gelmezse, her şey bok olmaz mı? bazen de beklemekten vazgeçildiği anda gelir uzun çubuk, ama neye yarar ki? hayattaki gibi tetriste de zamanı geri çevirmek mümkün değil.
ve zaman ilerledikçe kaçınılmaz son yaklaşır, ölüm; oyunun bitmesi. bazen acı vererek olur; tüm çabalara rağmen, tüm uğraşlara rağmen biter işte oyun. bazen de akışına bırakırsın; olmuyorsa olmuyordur, artık beklenip de gelmeyen uzun çubuğa ağlamanın ne anlamı var.
bazen insan sıkılır tetris oynarken, alt oka basılı tutar; intihar. belki biraz daha uğraşsan... sittir lan, öldüm işte... iyi de hayatta tekrar başlama yok ki.
tek fark budur işte hayatla tetris arasında, tek kahrolası fark....