Birbirimizi görmeden başlayan bir aşktı bizimkisi. Uzaktı, zordu. Zor ve zamansız bir zamanda başlamıştı. Önceleri sorunlarından kaçmak isteyen iki insanın buluştuğu huzur verici ortamları paylaşmanın sıcaklığıydı. Sonra anladık ki huzur veren ortamın yaratıcısı biz olmuşuz. Birbirimize mutluluk veren, huzur veren iki insan olmuştuk. Ve bizim için en önemli şeydi hayat denilen oyunda bu huzur. Farklılıklarımızda ki benzerlikler bağladı en çok bizi birbirimize. Seviştik, ağladık en çokta güldük... Bu yüzden kalıcı oldu, unutulmayan oldu. Evet, aşktı bu. Mesafeleri sesimiz aştı, yalnızlıklarımıza kelimelerimiz ortak oldu. Apansız buluşmalarımız yağmur sonrası yüzünü gösteren güneş gibiydi. Kıskançlıklarımız vardı. Hayallerimiz ve umutlarımız bizi, biz hayattan umudunu kesmiş iki insanı bağladı hayata. Hayaller hayalleri, umutlar umutları doğurdu. Günden güne büyüdü. Önceleri yeni filizlenen bir çiçek edasında sonrası... Sonrası ise bir hastalık gibi... Bedenimizi, suretimizi kapladı bu hastalık. Gösteremedik ruhumuzun en derin yerlerinde ki sevgiyi birbirimize. Umutsuz bekleyişler, sarf edilen gereksiz cümleler kapladı ruhumuzda ki tozpembeyi... Ve her şeyi tam da aşacakken bitti dedin sevgili... Beni sana ulaştıran tek kapıyı aralamışken bitti deyip bütün kapıları kapadın yüzüme. Şimdi kalp atışlarımı duyabileceğin kadar yakınım sana belki... Ama bitti dedin sevgili. Evet, aşk denilen o rüya yerini zamanın bile aşındıramayacağı, eskitemeyeceği bir acıya bıraktı. Tek taraflı aşka, unutamamanın verdiği müthiş acılara ve her gece karanlığın öldürdüğü umutlara tutulan yaslara bıraktı. Zaman senin ruhunu yok ederken, benim suretimi alıp götürdüğü. Götüremediği şeyler ise senin suretin ve benim ruhum oldu. Hala sana ait olan ruhum. Sevgi, unutmamaya bir haykırışsa eğer haykırıyorum! duy beni! Hala seviyorum seni!