alman süslemeleriyle işlenmiş tavan bu yapıyı anlatıyor biraz olsun. bütün istasyonlarda oldugu gibi burada da aynı.
wagner yine çıkıyor ortaya. karanlık çağ başladı!
salak radyodan gelen ses, ahengi bozuyor. buralara gitmiyor bu müzik.
yaşlı amca yine oldugu yerde duruyor. arada başını kaldırıp konuşuyor. kimse umursamasa da...
diğer salondan gelen küçük pati koltukların altını dolaşıyor bir şeyler ararcasına. kaybolmuş yumagını arıyor sanki. buradaki tek asil o beyaz kuyruk. durusu ve bakısıyla uyum sağlıyor. jazz barlardaki beyaz piyano üzerinden atlayıp buraya gelmiş gibi. patileri hala tuşlardaymışçasına asil...
yanımda oturan iki bayanın çantasından gelen sesler ilgisini çekiyor olmalı.
kadınlar hayattan bir şey görmemiş gibi. bir o kadar boş ve alıklar. yapacak ya da tutunacak hiçbir şeyleri yok. pervasızca konusup gürültü yapıyorlar.
hayatlarına katamadıkları değerleri, ruhsuzluklarıyla uzaklar yaşamdan. yaşayan ölülerden onlar da.
verilmiş zamanı tamamlamak...
öz değerleri olmadıgından bir bayana yakışır konuşmayı bile yapamıyorlar. bu da dış güzelliklerini metalaştırarak obje haline getiriyor. masanın üzerinde duran vazodan bile değersiz obje...
saat dört buçukta kalkma emri verildi. uyan koğuş!
kelebek etkisiyle onları kendi hallerine bırakıp hayatında hiçbir repliği olmayan oyuncu haline dönüşeceğim.
kabugum çatlıyor. çığlıkları duyabiliyorum. çanlar kimin için çalıyor?