hakan günday'ın belki de aforizma olayını çok kasmadan yazdığı tek roman. bu kadar az aforizma olması hayrete düşürüyor insanı.
--bazı bazı spoiler--
bir de anlatmaya nereden başlasam kitabı oldu benim için. çünkü bir türlü, beğendim mi, beğenmedim mi anlayamadım. tek bildiğim şey bir şeylerin yine biraz aceleye gelmiş olması, yine havada bırakılması. belki de bunu bilerek yapıyordur hakan günday bilmiyorum. ama diğer kitaplarına oranla sanki bunda biraz daha fazla hissettiriyor bu duyguyu. genelde az karakterli romanlarını okurduk, bu sefer karakterler artmış ve sanırım bu yarım hal, karakterler arası geçişin ya da karakterlerin okuyucuya sunumunun çok iyi olmamasından kaynaklanmış. yani hani o bayıldığımız kişilik bölünme seviyesindeki kendi başına kalışlar, düşünme seansları bu kitapta çok fazla yok. olsaydı... işte o zaman tadından yenmezdi. çok müsait konu çünkü. nihayetinde anlatmak istediğim zargana'nın nefretini göremedim ben, içindeki o kini veya yaşadıklarının uğrattığı o ruhi çöküşü. kitabın geneline bakarsak yine o hayata karşı alınmış guard ve sertliği görebiliyoruz, tamam ama yeterli değil. zargana'nın tecavüze uğrayışını mesela acayip yazmış oysa ki. ruhunuz daralıyor okurken ama yalnızca tek bölüm işte. böyle bir duruma maruz kalmış küçük bir çocuğun orta yaşlı bir adama dönüşme sürecini izleyemiyoruz mesela. sadece ucundan yakalıyoruz senaryoları ve onlara hayat veren oyuncuları sayesinde. bu da yeterli olmuyor.
keşke, keşke biraz daha ayrıntı, biraz daha kişilik tasviri olsaydı. bir de işin içinde aşk var ki bu romanda, ben de olsam berlin'e dönmezdim.
--bazı bazı spoiler--
aforizma yok dedim ama, hani olanından minik bir kuppple;
--yine spoiler--
insanları anlamak zor değil. hepsinin de doğum izleri gibi karakter izleri var sağlarında sollarında. biraz dikkatli bakmak yeter. haritalara benzerler. ölçeklerinin nerede yazıldığını bulana kadar korurlar esrarlarını. sonra bir güneş kadar bilinir hayatları. sarışınlara benzeyen hayatları. güzel ama aptal hayatları...
--yine spoiler--