sen giderken, ben ağlıyordum...
mutsuzluktan bağıran martı kuşlarının ürpertisi boğazımda,
istenmeyen adam olmak kolay değil,
kolay değil... hem de hiç...
otlar bitiyor, başaksız tarlalarımda, yani beynimde...
gel de istenmeyeni gör sen, ta içerimde,
biçsene o otlarımı, haydi biç, sende biç,
piç !
akşam olur, dem çeken saka kuşlarına benzer hayatım,
sen fırından çıkan taze ekmek, bense kırk yıldır bayatım,
sen ne anlarsın dervişlikten,
bir de utanmadan bana namazımı sorarsın,
sarhoşken geçerim ben sıratın üstünden,
kapkara gözlerime bakar, enik yavrusu gibi ağlarsın...
haydi sende ağla, sende ağla,
ineğin memesindeki sütleri sağ la !
la dediysem, hemen alınma minik bok yüreği,
belki de bir nota söyledim o kepçe kulaklarına,
do ! dedim, doğdun !
re ! dedim, rey verdin, gittin orak çekiçe !
fa ! dedim, falakaya yattın, kaldırdın kürek gibi ayaklarını gökyüzüne !
sol ! dedim, makatından anladın, gittin solcu oldun, bağırdın istiklâl caddesinde...
la ! dedim, bana mı diyorsun la diye cevap verdin, anlamadın minik küçük deve antrikotu...
si ! dedim, siktirdin gittin, hüzünlü başlar ülkesine, meçhuller caddesine, ferrarisini satan orospular şatosuna...
giymeyeceğim diyorsun ama, giydireceğim sana, hem de en alasından masmavi kotu...
ısnır o tahta kurusu popon,
takunyalarını giyerek seyredersin mehtabı amlıca' nın bahçelerinde,
biz her gece bir yavruyu götürürdük, sen daha biberondan süt emende...
bir kutu fiyonklu baklava yolluyorum sana, canın çekmiştir, bilirim oranın soğuğunu...
yurt edinirsin belki bir gün genç derviş, bomboş bir ağacın bomboş bir kovuğunu...
sen öyle bir devesin ki, hakikatte piresin,
bir delik gösterelim sana da, utancından giresin !