evvel ki gün vadi adında bir asil zadeyle tanışma fırsatı buldum. biraz tesadüf biraz planlıydı. müzik eşliğinde seyir eylediğim yolun sonunda beni neyin beklediğinin açıkçası farkında değildim. yalnızca; sonucunun da sonucuna giden yolun da iyi olacağına dair içgüdüsel olumlu sezgilerim vardı, ki bu zamana kadar çok az yanılmışımdır. hafif yokuş patika bir yol uzanıyordu yukarı doğru. yolun sonunda güzel bir bağ kafesi ve önünde ahşaptan masa ve sandalyeler mevcuttu. her yer yeşilin alabildiğine yeşil, kendisini göstermekte ısrarlı sarı çiçekler ve tabi ki kırmızı gelincikler de bu tabloyu güzel kılan ayrıntılardandı. biraz yukarıda sağ tarafta düz ve çitler arasında olan bir alan vardı. az sonra görmemi engelleyen ağaçları da geçtikten sonra vadi yi görecektim. henüz adının vadi olduğunu bilmiyor ve ilerliyordum. daha önce gördüklerimden çok ama çok farklıydı. heybetliydi, saçları kısacıktı -belli ki yeni kesilmiş-,bacakları vücuduyla orantılı ve uzundu. koyu teni parlaktı. işin doğrusu heyecanlandım -evet-. bana doğru yaklaştı elimi uzattım, yanında minicik kalmıştım ama korkmuyordum. evet daha önce böyle bir atı hiç görmemiştim. aramızdaki iletişimden ötürü herhalde o da bana hemen yaklaşamadı ama uzun uzun baktı. binmek istemedim, sanki bunu hakaret olarak algılayacakmış gibiydi. hem onun hayatının amacı bizim gibi anlık zevki için anlık karar veren insanları memnun etmek için sırtında taşımak değildi ki! vadi yle tanışıklığımızın ardından geri döndüm ve aklıma bu asil hayvanların bu yüzyıla ait olmadıklarını bu yüzden de hak ettikleri saygıyı hiç bir zaman göremeyeceklerini düşündüm ve üzüldüm. keşke! dedim, onlar da ben de asıl ait olduğumuz zamanda bu bedenlerde olsaydık!