gecenin en alâkasız saatinde, yakın geçmiş bir zamanda, bir otel odasında tek başıma korkarken ve en izlenmeyen bi kanalda yakaladım zilleri konu alan belgeseli. istanbul'da üretilen, dünyaca pek bi makbul el yapımı zillerden bahsolunuyordu izlediğim bölümde.
"istanbul'dan dünyaya bir ses"
metalin zil için doğuşundan tutun da, ateşin hasletinin metali nasıl da terbiye ettiğine kadar uzanan hem felsefi hem de teorik bir çok bilgiyle halvet oldum izlerken. ziyadesiyle keyifliydi yani. ve ziyadesyle doyurucu..
elleriyle metale ses işleyen ustalara uzattılar mikrofonu bi ara. "yaptığınız işle ilgili duygularınızdan bahseder misiniz bize?" diye sordular önce kameraya en yakın olan genç ustaya. mehmet'miş adı, 32 yaşındaymış, türkçesi bozuk falan biraz hatta.. ve, beşerin çıtasını alçak tuttuğunun belirtisi olan "oldum!"'larına tokat atarcasına; bir o kadar da mahçup.. "elimizle işlediğimiz zilleri dünyaca ünlü bateristlerin çalması bizim için onur verici.. biz perde arkasındayız tabi, ama hissediyorlar bizi her vuruşta biliyorum ben.." diye cevapladı mehmet usta soruyu. bu ruhtan köprüler, kimbilir kimlere uzanıyor vakitli vakitsiz diye düşündürdü bu cevap, güzeldi.
okay temiz üstad, ziller ve sesleri ile ilgili teorik bilgiler verdi en son, ve kulağımıza bıraktı kararı bizi tınıyla buluşturarak.. ben kararımı fısıldadım üstadın kulağına, hani dedimdi ya ruhtan köprüler var diye..
"ateşi ve metali birleştirenler, acılarını ve sevinçlerini bu sese işlediler" dedi belgesel. bana dedi, ben öyle duydum. ruh kulağım karar verdi buna, fiziksel bi kararın çok ötesindeydi yani.