dansa davet

entry26 galeri
    12.
  1. ilkokul yıllarında hoşlanılan kıza yazılmak için bulunmaz fırsat olan oyundur.

    ali'nin ata baktığı, ışık'ın ılık süt içtiği günlerdi. emel eve henüz gelmişti, yüze kadar saymayı da öğrenmiştim. sınıftaki arkadaşlık durumu artık oturmuştu hatta çoğu kişi yeni yeni aşık oluyordu.* işte yine böyle bir günde zilin sesini duymamla beraber diğerleri gibi ben de koştura koştura bahçeye çıktım. beslenme çantasını direksiyon niyetine kullanıp araba olan, benim de arkasına takılıp peşinden koşuşturduğum arkadaşı aradı gözlerim. baktım direksiyonuyla geliyor. "yolculuğa hazır mısın? bugün 200 km yapcam" geyiklerinden sonra tam yola çıkacaktık ki sınıfın güzel kızlarından biri yanımıza geldi.

    -dansa davet oynar mısınız? az kişiyiz de...

    biz daha arabaydı, trendi, gemiydi takıldığımız için böyle adult içerikli oyunlardan haberimiz yoktu tabi. "dansa davet de ne ola ki?" dedik. "siz gelin, gösteririz" dedi. o gösterecek de biz gitmez miyiz? koşa koşa gittik, az puşt değildik o zaman da ha.
    neyse sonra gittik grubun toplandığı yere, baktım benim sevdiceğim de orada. dediler hadi biz başlayalım, siz de izleyip öğrenin. "ok" dedik. ok demedik tabi, o zaman ingilice bilmiyoruz, şimdi çok acayip ingilizce biliyorum yalnız. söyleyeyim de...

    ne diyorduk, ha izleyelim bir tur bari deyü düşündük. bunlar birbirlerine el falan uzatıyorlardı, sonradan öğrendik ki dansa kaldırıyorlarmış temsili olarak. dans falan yok yani aslında. kabul etmediklerinde de ayaklarını bir buçuk metre kaldırıp "ayağımın altı otuz altı" şeklinde iğrenç ve çocukların zihinlerinde derin izler bırakabilecek bir tekerleme söylüyorlardı. reddedilen çocuğun ruh halini düşünsenize. ben düşündüm, hem o zaman hem de daha sonraları. her düşündüğümde tüylerim diken diken olur. allah'tan hiç reddedilmedim, reddedildiysem de hatırlamıyorum. kesin reddedilmişimdir lan ben. tipe bak...

    boş ver tipi şimdi. nerde kalmıştık. ha, o ana kadar her şey normaldi. o çağlarda bolca bulunan sırnaşık lavuklardan biri benim sevdiceğime elini uzattı. buna inanabiliyor musunuz? benim biricik sevgilimi* dansa kaldırdı. ve lanet olsun ki o da kabul etti. ama nasıl etmesin kız? dayak yiyecek yoksa. yazık ona da, yemesin o dayak. ona vurmasınlar bana vursunlar. lan yine bokunu çıkardık muhabbetin. devam ediyorum.

    bu ibiş kızı dansa kaldırınca, daha da kötüsü kız da bunu kabul edince "hayıııır" diye fırla-madım tabi. "hadi anladım oyunu, biz de oynayalım" dedim. o kız benim olmalıydı, başka yolu yoktu.

    oyuna başladık, ilk bir kaç arkadaş diğer turdakilerle aynı kişileri kaldırdı, onlar da kabul etti. bu tipler bir kaç sene sonra çıkmaya başladı zati. sıra bana gelmeye başlayınca lavuktan önce hemen ben atladım. cancağızıma ilk ben ulaşmalıydım. ama içimde bir korku, bir panik, bir karıncalanma, böyle bir büzülme, bir fırlayacakmış gibi atma durumu vardı. ya bana "ayağımın altı otuzaltı" derse diye düşünmeden edemiyordum. böyle ikide bir sevdiceğim dediğime bakmayın, kızın beni zerre salladığı yoktu. arkadaşımın boynuna asılı beslenme çantasıyla benim aramda bir fark gördüğünü sanmıyorum aşuftenin. şşş, ne ayıp! öyle şey denir mi sevdiğine! o da dedirtiyor ama. bak yine sıçtık konunu içine. hala okuyorsan devam et, az kaldı. valla bak.

    içimdeki korkunun üstünü aşkımla örtüp usulca kızın yanına gittim, elimi uzattım. o da ne? o da elini uzattı. hemen kaptım elini. o anki mutluluğum hala aklımda taptaze durur. işte böyle saçma şeylerden mutlu olabilen bir insanım. ama boru mu lan? hem kız teklifimi kabul etti, hem de elini tuttum. yalnız demin de bu lavuk kızın elini tutmuştu, şimdi ben nasıl emin olacağım lan bu kızın duygularından?

    bunları düşünmeyi erteleyip sona kalan lavuğu güzelce patakladım. diğer tur bu sefer kızlar bize gelecekti. işte şimdi sevdiceğimin gerçek duygularını anlayabilirdim. bir önceki tur özgüvenimi yerime getirmişti. beni seçecekti prensesim. ama ya beni seçmezse. o zaman onu da lavuğu da vururdum. oha, naptın lan? sen taş bile atamazsın kimseye, kaldı ki ben güzelime kıyamam. ve işte tur başlamıştı, yavaşça ilk adımını attı. lavuğa doğru mu gidiyordu? yok lan valla bana doğru geliyor. gel, gel, ayrıl da gel. elini uzattı. yapıştım eline, yanıma çektim. artık namusumdu o benim. alnından öptüm nihat doğan staylıyla.

    fakat heyhat, mutluluğumuz ertesi güne, benim okula gelmediğim o lanet güne, kadar sürecekmiş. o gün yine bu oyunu oynamışlar, ve sevdiceğim hem o lavuğun hem de başka lavukların elini tutmuş. bunu duyunca iki hafta kendime gelemedim. kendimi içkiye verdim. ağladım, ağladım, ağladım... oysa biz evlenecektik, küçük küçük bebişlerimiz olacaktı. çok mutlu olacaktık. ah ulan ah!

    işte dostlar bu oyun böyle lanet bir oyundur. umutlandırır sonra yıkar. oynamayınız, çocuklarınıza oynatmayınız.**
    yazar notu= sıkılmadan okuyan birisi var mı bilmem ama varsa sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. umarım hayatınızda kimse size "ayağımın altı otuzaltı" demez. esen kalın.
    11 ...