benimdir efendim. gitmeye fırsatım oldu evet ama idrakim ve benlğimle gitmedim oraya. şöyleki:
pencerenin önüne tünemiş yağmuru izliyordum her daim havayı kurutan ve burnumun tıkanmasına sebep olan "ihlas quartz" ın eşliğinde.bu çocukluğumdan beri en büyük zevkimdi. televizyonda "boşanmak istemiyorum" adlı program başlamak üzereydi. bütün gün "ihlas"ın karşısında olduğum için beynim patates püresine dönmüştü ve bu haliyle kanalı değiştirmek için komut veremiyordu. dalmıştım ancak idrakim açıktı. programın jenerik müziğini dinliyordum. "ah bu çalan şarkımız yarim yarim" sonra bu şarkıyı kendi hayatımla işilkilendirmeye çalıştım ki bu tüm aciz insanlar gibi beni de hüzünlendirmişti. kenimi falcının karşısında oturmuş, ne dediyse kabullenmiş gibi hissettim. programdaki babacanımsı hakimi, içini dolduramadığı cübbesinin içinde gördüğümde değiştirmeyi akıl edebildim. Ancak tüm tembel erkekler gibi sadece "gündüz kuşağı" programlarını izlemek zorundaydım. Esra ceyhan'ı gördüğüm anda dışarıya baktım. bu bir reflesksti sanırım.
yağmurun dindiğini gördüm ve kendimi umarsızca sokaklara vurmaya karar verdim. annemin kalorifere koyduğu baklavalı çoraplarımı ayağıma geçirdim. yıllardır giydiğim ve diz çıkarmış pantolonumu ve botlarımı giydim, şemsiyemi aldım, evden çıktım. cebimde yeni gelen bursumun verdiği güvenle starbucks a gitmeye karar vermiştim birkaç "gülyüz" görmek ümidiyle. ancak eski pantolon ve yeni bottan oluşan giyim kombinasyonum oranın yani 'starbucks' ın müdavimi olmadığımı acımasızca yüzüme vuruyordu. bu halimle kendimi starbucks'ta düşündüm.
starbucks görevlisi bana bilmedğim terimleri kullanarak "bu da olsun mu efendim?" "kek de verelim mi efendim?" diyecekti. biliyordum ki bu beni bilgisizliğimden yararlanarak daha büyük bir kazığın üstüne oturtma çabalarıydı. bense anlamadan "e olsun madem" diyecektim ve istemsizce sanki dönerciden istmiyormuşcasına "abi" diyecektim. ve yanımda toplanmış sarı saçlarının üstünde sinek gözü güneş gözlüğü, dar paça pantolonu, pembe bluzu ile elindeki telefondan başını sadece dedikodu yapmak için veya "aşkooom canıııaaam" demek için kaldıran "tiki" kızın delici bakışlarına maruz kalacaktım.
tüm bu düşünceler içerisinde beni sonum olacak kolpa lüks ile beni ben yapan gerçeklik arasındaki yol ayrımına geldim. ve her mantıklı insan gibi cebimdeki paranın verdiği şımarıklığın dozunu arttırmadan köşedeki bakkaldan bir paket "marlboro" alıp mahalle kahvesinin yolunu tuttum...
sonuç: en fazla orta halli bir vatandaş omaktır...