sıdıkanın bütün öyküleri aynı şekilde oluşur;
mutludur sıdıka, espri yapar, güler sonra sıkıntılı bir hal oluşur* ya babasına söyler ya kendi görür işini annesi... işte beni dağıtan da budur. hayır sıdıkanın yediği dayağın verdi acıma hissi değil, herkes bilir aslında bu duyguyu, küçük kardeş, yiğen veya herhangi bir çocuk; mutludur önce güler,anlamsızca sorular sorar, insana da geçer o neşe hali, sonra bir sakarlık yapar o çocuk, kızar annesi, azarlar, hatta döver. işte o dövme anı değilde bi öncesi o çocuğun mutluluktan mutsuzluğa bir anda geçişi, gözlerindeki belli bellirsiz gölge, dudağın istemsizce bükülmesi...
hayatı anlıyorum ben burdan, hayatın felsefesini; güldüğün saniyelerin tadını çıkar, pek uzun sürmeyecek...
öyle yada böyle insan mutsuzluğa, bir anda çökmeye alışıyor ama o sıdıkanın dudağını büküş imgesinin gözümde canlanan hali, yok gerçekten yıkıyor beni.
işte atilla atalay bir komedi metninde bu kadar çok alt metin içerdiği için bu kadar çok şeyi anlatabildiği için atilla atalaydır, ve hala aradan yıllar geçmesine rağmen sıdıkanın yüzlerce belki binlerce hafızada yeri vardır...