hikayenin biraz başından başlayalım; üniversite kazanılmış o sevinçle farkedilmemiştir gidilen yerin bursaya kıyasla ne kadar küçük olduğu. ailenin şartları biraz da uygunsa o küçük şehirdeki en düzgün yurda yerleşilir. sabah kahavltıları onlardandır. biraz da lüks görününce etraf... bir heves gidilir açık büfe kahvaltıya... bakılır şöyle bir uzaktan. zaten yeni, bir ortam yeni insanlar bir de üstüne ortalıkta görünmeyen kahvaltı!
kireçten biraz farklı bir beyaz peynir,
kışın ortasında hem hormonlu hemde çürümek üzere olan dometes ve salatalık,
kahverengimsi bir rengi olan siyah (!) zeytin,
margarin gibi bir tereyağı
belkide kokusundan dışındaki folyosunu bile açmaya şimdilik cesaret edemediğim üçgen peynir
eğer şanslı gününüzdeyseniz bir de balcıbaba markalı fakat üzerinde bile çam aromalı şurup yazan bir şey, o olmazsa yine şekerli değil glikoz esaslı saçma sapan bir vişne reçeli bulunur efenim.
ama eğer evinizdeyseniz öncelikle tepsi kullanmıyor olmanız bir şaşkınlık yaratacaktır bünyede. şaşkınlık geçtikten sonra ise aileyle birlikte kahvaltı ediyor olmanın ne kadar değerli olduğunu anlamanızı sağlayacak ve çok da önemli olmadığını farkedeceğiniz menüdür aynı zamanda.