laik olmak ile laikçi olmak arasındaki fark

entry36 galeri
    30.
  1. Laik ile laikçi

    Kısaca, dünya işlerini dinden ayırma diye tanımlanıyor laiklik. Din ve dünya kelimeleri yerine, maneviyat ve maddiyatı da kullanabiliriz. Buna göre laik, siyaseti, ticareti, toplumsal ilişkileri, kısaca 'dünya işlerini' din üzerinden kurmayan insan demek oluyor.

    12 Eylül darbesinin şefleri, tarikatçıları ve onlar tarafından yönlendirilen kitleleri kendi taraflarına çekebilmek için, 'Laiklik dinsizlik demek değildir' vecizesini icat etmişlerdi. Son derece önemli politik bir manevrayı tanımlayan bu söz, laiklik kavramına yeni bir boyut kazandırmıyor; ama devletle dinin o özel koşullarda kol kola girmesi ihtiyacına işaret ediyordu. Darbe öncesi koşullarda, halk kitleleri ile devlet arasında oluşmuş bulunan ağır güvensizlik ve kopukluk, bu biçimde tamir edilebilir diye düşünmüşlerdi.

    Fakat daha önemlisi, laikliğin ve Atatürkçü düşüncenin en sıkı koruyucuları ve gerçek sahipleri pozunda ortaya çıkanlar, bir taşla iki kuş vurmayı deniyorlardı. Bir yandan kendilerine yapıştırdıkları şekli (Atatürkçü, laik) korumaya çalışıyorlar, diğer yandan da, inançlarına uygun politik bir çizgi geliştirmeye çalışanları (şeriatçı politikacılık) saf dışı ederek, onların etkilediği kitleleri kendi yanlarına çekerek ayakta durma planları yapıyorlardı. Bir bakıma, eskiden Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın 'Bu memlekete komünizm lazımsa, onu da biz getiririz, size ne oluyor ulan' derken ifade ettiği zihniyeti yeniden sahneye çıkarıyorlardı. 'Şeriatçılık lazımsa onu da biz yaparız...'

    Gerçekten, bir zamanlar 'lazım olduğu için', Atatürk bir komünist partisi kurdurmuş, başına da kendi yakın adamlarını koymuştu. Hatta bu parti, Komünist Enternasyonal'e üye olmak istemiş, ama dünya komünistleri bu kurnazlığı yutmamışlardı.

    Şimdi neden 'kendi şeriatçıları'nı piyasaya sürmesinlerdi? Sahici şeriatçılar, miting meydanlarında dinden imandan bahsediyorlarsa, neden kendileri de Kuran'dan ayetler okumasınlardı?
    Devlet, kendine bir din buluyor!

    12 Eylül darbesi, boydan boya bir toplumu yeniden şekillendirme projesiydi. Toplumsal, siyasal, kültürel her oluşumu denetim altına almayı ve belli bir doğrultuda yönlendirmeyi amaçlayan bu proje, din konusuna özel bir önem verdi. Çünkü iran islam Devrimi, zaman ve mekan olarak darbenin burnunun dibinde duruyordu ve islami devrim düşüncesinin bölge çapında yayılma potansiyeli taşıyor olması, darbenin önemli nedenlerinden biriydi. Böylece, devlet ve Amerika düşmanı olmayan, ama aynı zamanda dindar kitleleri de el altında tutabilen bir 'dinci politika' inşa etme ihtiyacı doğdu. Dindar olmanın, düzen ve Amerika yanlısı olmakla eşanlamlı sayılması anlayışı, iran Devrimi'yle birlikte yıkılmıştı. Aslında Filistin halkının mücadelesiyle birlikte, ABD'nin 'Yeşil Kuşak' stratejisinin bel kemiği olarak gördüğü 'Müslüman= ABD yanlısı' formülü çoktan çatırdamaya başlamıştı. Humeyni, son darbeyi vurdu. Yıkılmış olan geleneksel çizgiye yeni bir hayat soluğu verme görevi, Türk darbecilere düştü. Artık onların gözünde iki tür Müslüman vardı: 'Bizimkiler ve onlar!'

    'Onlar', teröristti; 'bizimkiler' ise 'vur sırtına al ağzından lokmasını' dedikleri garibanları peşinden sürükleyecek 'efendi hazretleri' idi.

    Ayrımı derinleştirmek için akla hayale gelmedik işler yapıldı. Komplolar, suikastlar, katliamlar, gazeteler, televizyonlar, cicili bicili kitaplar, Fethullah Hoca gibilerinin önderliğinde kurulan 'Atatürkçü ve Amerikancı tarikatlar', 'Aczimendiler', 'Adnan Hocacılar' gibi 'televole tarikatları', 28 Şubat postmodern darbeleri, Hizbullah'ı önce yaratıp sonra yok etme operasyonları... Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Uğur Mumcu onlar tarafından öldürülmüştü; Sivas katliamını yapan da, Danıştay'ı basan da onlardı ve hepsinin arkasında iran vardı! Komplocuların en sevdiği slogan olan 'Mollalar iran'a', bu açıdan çok yönlü ve çok işlevliydi. 'Bizim dindarlar'la, 'kötü şeriatçılar' arasında nasıl bir fark olduğunu merak edenlere gösterilenler bunlardı.
    Laikçi, laisizme karşıdır!

    Laikçilik, işte bu sürecin ürünüdür. Yozlaştırılmış, gereken şekle sokulmuş, emperyalizm ve kapitalizmle kucak kucağa yaşamayı başlıca amaç edinmiş bir çeşit 'din'i kabul eden, bu anlamda da Kenan Evren'in vecizesinde dile getirildiği gibi asla ve kat'a 'dinsiz olmayan' bir anlayıştır bu.

    Laikçi, din ve devlet arasında kopmaz bir bağ bulunmasını ister. Diyanet işleri Başkanlığı, dine resmi bir biçim verilmesini sağlamakla görevlidir. Gerçek bir laik, böyle bir kurumu kabul edemez.

    Laikçi, biçimcidir: Başörtüsünü, cenaze ve Cuma namazının 'kadınlı mı, kadınsız mı' kılınacağını tartışmak çok ama çok önemlidir. Bir toplantıda kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı oturmak istemesi dayanılmaz bir gericiliktir onun için. Gerçek bir laik açısından ise, bunlar konuşulacak şeyler bile değildir. inançlara, törelere, geleneklere müdahale etmek, herkesin kendisine benzemesini istemek, benzemek istemeyenleri devlet zoruyla, yasalarla, yasaklarla yola getirmeye çalışmak, din ile dünya işlerini birbirinden ayırma ilkesini kabul eden bir laik için kabul edilemez bir müdahaleciliktir. Devlet, dinin dışında dursun demek ve bu yasakları savunmak birbiriyle kesin bir biçimde çelişir.

    Laikçi, semavi dinlerin yerine kendi dünyevi dininin hakimiyetini savunur. Bu hakimiyeti sağlayabilmek için bütün zor araçlarını kullanmayı mübah sayar. Mevcut dinlerin kendi dinine benzemeyen, uymayan yanlarını beğenmez; 'dinde reform' ister. Laik ise, herhangi bir dinin ya da inancın şu ya da bu özellikleri taşıyor olmasıyla ilgilenmez; dinler ve inançlar arasında herhangi bir hiyerarşi görmez. Yanlış-doğru, iyi-kötü din ya da inanç yoktur onun açısından.

    Laikçi, laisizmi ticari ve siyasi meta olarak değerlendiren bir komisyoncudur. Korkuları, önyargıları bir silah olarak kullanmayı beceren, inançlar üzerinden rant sağlamayı amaçlayan bir spekülatördür. 'Çağdaş yaşam', 'modern toplum', 'bilimsel gelişme', 'demokrasi' gibi kavramları tabu-totem (put) düzeyine yükselten ve bunlarla uyumlu olmayı kabul etmiş bir dini 'gerçek din' haline getirmek isteyen bir 'toplum mühendisi'dir.

    Egemen sınıf siyaseti, en geniş kitleleri en zayıf noktalarından avlamaya yönelik bir alçaklık üzerine kurulmuştur. Bu yöntem, sadece ikiyüzlülük, yalan ve rüşvetle birlikte uygulanabilir. Resmi din eğitimi, en küçük toplumsal birimlere kadar indirilmiş dinci örgütlenmeler ve propagandalar, denetleme, yönlendirme ve kendi safında tutma amacının araçlarıdır. Bu açıdan bakılınca, laikçinin gerçekte hiçbir zaman laik olmadığını saptayabiliriz. Halkçı ve emek üzerine kurulmuş bir siyaset, toplumu sürü olarak görmenin işareti olan bu uygulamaları ve araçları ahlak dışı olarak görür. Gerçek bir laik, aynı zamanda emekten yana olmak zorundadır. Halkın değerlerine saygılı, geleneklere ve inançlara karşı devlet zoru kullanmayı aklına bile getirmeyen, inançları ve gelenekleri kendi siyasi hedeflerinin aracı olarak kullanmayı sahtekarlık olarak kabul eden kişidir.

    Laik bir devlet, cami, kilise, havra, tapınak yapmaz, yapılmasına katkıda bulunmaz; ama yapanı engellemez, yasaklamaz. imam, papaz, haham yetiştirmek için okul açmaz, bunları maaşa bağlamaz, devlet görevlisi haline getirmez. Laikçi, hem bunları yapar, hem de kendisine uymayan din adamını süründürür.

    Laikçi, dinle devleti özel bir biçimde birleştirmiş, devleti belli bir din anlayışının jandarması yapmıştır. Laikçi, Cuma Hutbesi yazıp okutan, okullarında mecburi din dersi koyan, inananlar şurada başlarını açabilir, burada kapatır diye kural dayatan bir devlet anlayışını yerleştirmiştir.

    Bu saptamalar bizi, pek çok kez, pek çok kişi tarafından dile getirilen şu sonuca götürür: Türkiye Cumhuriyeti, laik bir devlet değildir.

    Mezheplere, dinlere ve inançlara eşit ödenek ayırır, yeni ibadethaneler açar ya da açılmasına katkıda bulunursa da laik olmayacaktır. Diyanet'i, 'bir mezhebin taraftarlığını yapıyor' diye eleştirenler, sanki her mezhebi temsil ederse onaylanabilir bir kurum olarak görüyor ve gösteriyorlar. Ve bunu laisizm adına yapıyorlar. Dinler ve inançlar, bir devlet onu destekliyor diye yaşamaz, bir devlet onu yok etmek istiyor diye de yok olmaz. Ama sınıflara bölünmüş dünyanın egemen sınıf devleti, dini koltuk değneği olarak kullanmadıkça ayakta duramaz. Dinleri ve inançları yaşatan tek şey inanan insanlar ve onların varlığını sağlayan tarihsel koşullardır. Dinine, inancına güvenenin devletten isteyeceği tek şey, gölge etmemesi olabilir.

    Aydın Çubukçu
    Evrensel, 2 Temmuz 2006
    2 ...