uzun çalışmalardan, çalıştırmalardan ve zorluklardan sonra tekrar kavuşup birlikte gözyaşı döktüğüm sevgilim. insana bütün dertlerini birkaç saatliğine de olsa unutturabilen, takımları çekip ayakta takımınızın maçını elinizde kahve-sigara ikilisiyle izlediğinizde sizi dünyanın en mutlu insanı yapabilen mükemmellik.
evet, yine, yeniden... rabbime sordum panathinaikos dedi. daha önce de düşünmüştüm bunu, ve tahmin edebileceğiniz gibi bu takımla başladım yeni macerama. pes 2009'da çalıştırmıştım bu takımı, bütün kadroyu bilirdim fakat mevkilerine falan dikkat etmemiştim. bununla birlikte, gol yollarında sıkıntı çeken defansif bir ekip olduklarını biliyordum. en azından kadroları itibariyle öyleydi. nedense, kafamda hep öyle bir takım canlanmıştı; belki de benim sanrım, bilmiyorum. oyuna başladım. bir hazırlık maçı dışında, geri kalan maçları iptal ettim. o hazırlık maçım da akademisk boldklup isimli, yamulmuyorsam bir danimarka takımıylaydı. danimarka futbolunu da bilirdim, bu takım ikinci ligde değildi. üçüncü lig takımıyla maça çıkacaktık. maçtan önce "ee ne bok yiyecen?" diye soran antrenörüme takımı bilmediğimi söyledim, sağolsun kendisi takımı kafasına göre dizdi. 4-4-2 ile çıkacaktık. şöyle bir baktım. karagounis, goumas ve salpingidis sahadaydı. tamam, olur herhalde dedim ve maça başladım. olmazsa da değiştirecektik, takımı tanıyordum. ilk yarının sonuna kadar tutuk bir futbol oynamamıza rağmen 43 ve 45'te bulduğumuz gollerle ilk yarıyı 2-0 önde kapatmış, ikinci yarının hemen başında 48'de bulduğumuz golle de 3-0 öne geçmiştik. son dakikalarda yediğimiz golün önemi yoktu, önemsiz maç 3-1 galibiyetimizle sona ermişti. fakat oynanılan futbol kesinlikle tatmin edici değildi. böylesine kötü bir rakibe karşı pas dahi yapamamak, üst üste 3 pozisyonda 3 gol bulmak moralimi bozmuştu. geç olmadan, bu takımda yapamayacağımı anladım. sıradaki rakibim, lig başlamadan önce şampiyonlar ligi ikinci eleme turunda beitar jerusalem olmuştu. ilk maçımı evimde oynayacaktım ve birkaç gün sonraydı. ne akılla bilmiyorum, ama düzeni bozmadım. 30'da penaltıdan bulduğum golle 1-0 öne geçtim, ilk yarı da bu skorla tamamlandı. akademisk maçına göre çok daha iyiydik, oyuncular işin ciddiyetini kavramışlardı; pas trafiğimiz iyiydi, defansımız sağlamdı. fakat tutukluk devam ediyordu. pozisyona pek giremiyorduk, atılan paslar ileri gitmiyordu; top da elbet kaybediliyordu. golü de penaltıdan bulmuştuk zaten. ikinci yarı, 70'te rakibin tamuz isimli domuzunun attığı kafa golüyle maç 1-1 sona erdi. bu kulüpte oynamayı çok da istemiyordum, sempati duyduğum için denemeyi düşünmüştüm. her oyuncuyla uğraşmak kafadan bir 3 saatimi alacağı için, panathinaikos kariyerimi başlamadan sonlandırdım. ve tekrar öğrendim ki, it gibi hayvan zenit gibi takım yokmuş. hehe, kafiyeme sıçayım. evet, geri döndüm. vazgeçemedim kulübümden, aslan parçalarımdan.
zenit st petersburg için, petersburg yollarına koyuldum. panathinaikos'ta yaptığım gibi, hazırlık maçlarını iptal ettim. tek bir maç vardı, o da ukrayna devi shakhtar donetsk ileydi. önceki entrylerimden birinde, yine zenit kariyerimin başlangıcında yaptığım shakhtar maçını yazmıştım. o maçı 6-0 kazanmıştık. maçtan önce keyifle kadromu toparladım, tükürdükleri yere kadar bildiğim futbolcularımı dizdim. yönetimle konuştum, "özledim lan şerefsizler" dedim. 15 bin kombine sattık. her şey güzel gidiyordu, shakhtar maçında alınacak bir galibiyet moralimi düzeltecekti panathinaikos başarısızlığının ardından. 4 defans, ön libero, 2 orta saha, 1 forvetsif ortasaha (amc lan işte) 2 forvet düzenini bozmadan çıktım maça. hastaydım bu sisteme, deli gibi top oynamıştık bununla zamanında. orta sahanın boş kaldığını düşünenler olacaktır, fakat zenit'te 2 orta saha geçit vermiyorlar. bende iki adet canavar gibi amc var, baktım işler kesat; orta sahanın ortasına dikiyorum herifi, hem top alıyor hem top atıyor. her neyse. kadromu kurdum, çıktım maça. o sırada bilgisayarı kardeşime emanet edip bir kahve yapmaya gittim. döndüğümde henüz 12. dakika oynanıyordu ve 2-0 üstünlüğümüz vardı. "haha işte bu lan!" diyerek maçı hızlandırdım, ve anatoliy tymoschuk kaplanımızın attığı 2 golle, shakhtar'ı 4-0 devirmeyi yeniden başarmıştık.
daha sonra, geçen seneden kalan bir lokomotiv moskova süper kupa finali çıkıyordu karşımda. üç kez geldiğim zenit'te, iki kez kaldırmıştım bu kupayı. bu sefer de kaldıracağımdan şüphem yoktu, fakat takımımın böyle maçlarda piçlik yaptığını da iyi biliyordum. düzeni bozmadan, oyuncularımı gazlayarak çıktım maça. arshavin'in maç öncesinde antrenmana çıkmaması, uyarmam üzerine suçunu kabul etmesi gibi olaylar takımı etkilemişti. iyi top çeviriyorduk ama kaleye yaklaşamıyorduk. nadir gelişen lokomotiv atakları kalemizde tehlike yaratsa da oyuncuların beceriksizliklerinden ötürü gol yemiyorduk. durgun geçen ilk yarının ardından, ikinci yarıda heyecan artıyordu. maçta son çeyrek saate girilirken skor 0-0'dı hala. beklenen gol 78'de, aslanım kaplanım radek sirl'den geliyordu. mükemmel frikiğiyle takımımızı 1-0 öne geçiriyordu sirl, bitime sadece 12 dakika kalmışken. fakat sevincimiz ne yazık ki uzun sürmeyecekti. sağdan odemwingie'nin arka direğe kestiği topa ayak koyup ağlarımızı bulan renat yanbaev skoru eşitlediğinde, dakikalar 83'ü göstermekteydi. maçın normal süresi 1-1 tamamlandı. tahmin edebileceğiniz gibi, uzatmanın ilk devresi de maçın büyük bölümü gibi durgun geçti. ikinci uzatmaların sonundaydık artık. heyecan had safhadaydı. artık penaltıları kime kullandırtmam gerekeceğini düşünüyordum ki, anyukov'un sağ taraftan yardırdığını fark ettim; meğer maçı götümle izliyormuşum. evet, dakika 119. anyukov'un ortası, karambol; tekrar sirl'e çarpan top, kalecinin götünü yırtarak çıkarmaya çalıştığı, fakat çıkartamadığı top. radek sirl'in inanılmaz oyunuyla, lokomotiv'i de 2-1 devirerek ikinci maçımda süper kupanın sahibi oluyorduk. bu kupa hepimizindi, "play for the fans!" demiştik, taraftar için oynadık ve aldık, heyhey.
artık lig başlıyordu. asıl hedefimiz lig şampiyonluğuydu. henüz avrupa kupalarında şampiyonluklar yaşayabilecek kadar büyük bir takım değildik. en azından lig şampiyonluğunu hedeflemek bizim için daha makuldü, fakat bu şampiyonluğu istememizin sebebi de avrupa kupalarında yolumuzun açılması içindi elbette. uzun vadeli bir hedefti bizim için avrupa. bir gün şampiyonlar ligi kupasını da kaldıracaktık, fakat şimdi açılış maçında tom tomsk'u, petrovski'de devirmeliydik.
kolay değildi, ama zor da olmadı. tam kadro çıktığımız maçta ilk yarı pek oynamamıştık. ilk yarının skoru 0-0'dı. ikinci yarıda canlanmalarını söylediğim oyuncularım beni yanıltmamış, yine sirl-tymoschuk ikilisinden bulduğumuz gollerle maçı 2-0 kazanmıştık. hele ki sirl'in 40 metreye yakın mesafeden gönderdiği füzesi harikaydı. zayıf rakibimizi, evimizde mağlup etmiştik. ilk haftadan lig liderliğini kapmak istiyorduk, fakat evinde shinnik'i 2-0 mağlup eden, süper kupada eleyerek şampiyon olduğumuz lokomotiv moskova ligin ilk sırasındaydı, hemen arkalarından ikinci geliyorduk. averajımız da aynıydı, bu yüzden pek önemsemiyorduk ikinciliği. nasılsa ilk haftaydı. en önemli rakiplerim olan rubin kazan-cska moskova ikilisiyse, maçlarını 2-1 kazanarak, +1 averajla kendilerine daha alt sıralarda yer bulmuşlardı.
bu sonuçların ardından, fm insanı sözlük yazarı der meister, yöneticilerin müthiş bulduğu bir performans sergileyerek 3 maçta 8 gol atıp 1 gol yiyerek, 7 averajla; 3 maçta 3 galibiyetlik seriyle sevdiceğine mükemmel bir dönüş yapıyor, petersburg'a dönmenin sevinciyle bu entrysini dilenci osurugu'na armağan ediyordu.
seviyorum sizleri. autordermeister blogspot com adresini takip etmeniz, başlıkta tek tek entry aramamanız açısından daha faydalı olacaktır; fakat şimdilik pek bir nane yok bahsettiğim yerde.
teşekkürler, sevgiler, saygılar. şak şak şak.
edit: otuzbir değil alkış efekti lan. fena da olmazdı hani gece gece.