daha küçücük bir çocukken çıkılan pazarda annenin sizi evde tek bırakamaması sonucu o kalabalık içinde başlar bu korku. önce ellerine sıkıca yapışırsınız annenizin, daha kırmızı domates ya da sulu limon almayı hayatlarının gayesi haline getirmiş garip teyzelerin arasında. sonra annenin poşetlerle eli dolar, hırkasının ucundan tutarsınız. sonra hain bir oyuncağa ya da yeşil, mavi, mor boyanmış civcivlere kayar gözünüz. hayran hayran bakan gözleriniz annenizi kaybettiğini anladığında dolar. neyse ki kısa bir süre sonra endişeli anne bulur sizi. işte böyle başlar bu duygu, ya giderse düşüncesi ile büyürsünüz hep. psikoloji denilen salak bir olgunun bilinçaltı denilen oyunlarına gelrsiniz. korku da büyür içinizde. sevgilinizle buluşmaya gidecekken, en sevdiğiniz filmin başlamasını beklerken ya da çok sıkışmış bir vaziyette dolu tuvaletin önünde beklerken geçmeyen o zaman öyle bir geçer ki gün gelir o gün de gelir.