komik olduğu kadar bir o kadarda duygusaldır 'duygu seli'nin içinde boğulmaktır. sol eliniz ahize'ye uzanır ama, ana'ya, bacı'ya, sevgili'ye duyulan özlem o kadar artmıştır ki 'zirve' tabiri bile yetersiz kalmaktadır. eğer ki telefon'da anne'nin, kızkardeşin yada sevgili'nin sesi duyulması halinde önüne set çektiğiniz gözyaşları, yıkar o duvarları tarumar edip hıçkırık kuyu'sunda kaybeder, onun için aranmaz duyulmak istenilen herhangi bir ses. akşam olur akşam'a varılır yorgun bir şekilde tabura gidilir, lakin yorgunluk zorlu eğitimden öte o hasret'in yorgunluğudur. yine sol el uzanır ahize'ye bu sefer yorulmuş yürek izin vermez. bunca yorgunluğun üstüne "kaldıramam" der. hak verir ilk defa mantığınız ona, sürekli kavgalı olduğu yürekle ilk defa uzlaşır. bu sefer sağ el sol cebe uzanır, çıkarır sigara paketini, dudaklara götürür. o dudaklar ki yüreğin ateşli bir şekilde hasret duyduğu anne'ye, kardeş'lere, sevgili'ye dil olacaktır. yüreğin onları ne kadar sevdiğini söylicektir. günün son saat'leri yaklaşmış artık koğuşlara varıp uyulacaktır. çamur'dan kendi ağırlığının iki katını bulmuş postallar ağır ağır çıkarılır. postal'dan içeri kaçan sulardan ötürü ayaklar bir yerde nasır tutmuştur, pişik olmuştur, çoraplar'dan gelen koku fareleri bile tiksindirmektedir. bir anda dünya'nın en değerli varlığı olan, 'anne' akla gelir onun siz giyesinizde özenle hazırladığı kıyafetleri anımsarsınız. önüne set çektiğiniz gözyaşları yine duvarları zorlamaktadır, taştı taşacaktır son bir gayretle durdursunuz, fakat o gittikçe köpürdükçe köpürmektedir. başınızı yastığa koyarsınız kavuşmasını umduğunuz tüm dostların ve sevilenlerin hayallerini kurarsınız hem bedenin hemde ruhun yorgunluğu ile hemen uyursunuz. rüyanızda elinizde teskereniz buram buram hasret kokan memlekete varmışsınızdır. çok güzel bir havası ve kokusu vardır. içinize çekersiniz, çekersiniz ciğerleriniz patlayıncıya kadar çekersiniz. bir anda anne belirir ondan sonra kardeşler ondan sonrada sevgili. onlara doğru koşarsınız sarılırken birden; "koğuuuuuuuuuş kalk" sesi ile uyanırsınız. rüya'da bile kavuşmanıza imkan tanınmamıştır. bu paradoks üç ay boyunca böyle devam eder gider. dağıtım günü gelmiştir şansınıza istanbul çıkmıştır. lakin sözde akıllık edip bir haftalık dağıtım izni kullanılmamıştır. direk dağıtım olacağınız yere gitmişsinizdir. ordan'da sizi cezaevi'ne metris'e göndermişlerdir, metris'tende bakırköy ruh hastanesindeki cezaevine. pişman olmuşsunuzdur ama nafile, olan olmuştur bir kere. günler haftaları, haftalar ayları kovalamıştır. gittikçe dayanılmaz olmuştur. bir gün çavuş sizi gece üç-altı nöbetine kaldırmıştır. ağır ağır kalkılır uykudan kamuflajlar giyilmiş postallar çekilmiştir ayağa. nöbet tutacağınız 'kule dört' e varılmıştır. bir sağa bir sola deli gibi gidilmektedir hastanedeki deliler gibi. birden, bir anda, hiç umulmadık vir vakit'te... bir kadının çığlık sesi duyulmuştur. ve hasret kokan o şiir kendiliğinden dudaklardan dökülmektedir;
gece üç-altı kule dört nöbetinde,
gecenin sessizliğini yırtan bir kadının çığlık sesinde.
misafir etmiştim ben sizleri gönül bahçemde,
ve sormuştum sizlere beni ne kadar seviyorsunuz? diye.
cevap vermiştiniz; bülbülün güle olan sevdası gibi, demiştiniz.
irkilmiştik ben ve yüreğim.
nasır tutumuştu yüreğim, postaldaki ayak misali,
ayak kaçan sudan, yürek'se ateşli bir hasretten...
karakol komutanı gelir gelmez soluğu hemen onunda yanıda almışsınızdır. o, karakol komutanı ki sabahları azralin bile yanında uysal bir çocuk gibi durduğu. toplarsınız tüm cesaretinizi kapısını çalarsınız. komutanım;
arz-ı endam edeceğim bir derdim var,
kor alev gibi sönmek bilmeyen bir hasretim var
önüne set koyduğum, artık durduramadığım gözyaşlarım var,
sizin 'evet' demenizle son bulacak bir özlem kasırgası var.
tadında anlatırsınız, o bile iç çeker o sinirli hali ile, iç çektiği kadar'da kızar; "olm salakmısın sen madem öyle niye dağıtım iznini kullanmadın. hadi kullanmadın niye bugüne kadar söylemedin." diye çıkışır size. ve anlarsınız izin verdiğini. merhum akif'in istiklal marşındaki dizelerinden bir tanesi olursun sanki. "verme, dünyaları alsanda bu cennet vatanı" verilen izin, cennete yolculuk bileti olmuştur sanki. 'esenler' otogarına varırsın. -ulan otogar, senin adın esenler, benim adım esener. adaş sayılırız -bilet yok- kelekliği yapma bana- diye tehdit edersiniz. yirmi iki saat süren yorgunluğun ama bir o kadar tatlı olan seyahat son bulmuştur. saat sabahın beşidir. şehir merkezine gidecek araç yoktur o satte yarım saatlik tabanvay yolculuğu'da güle oynaya şarkı söyleye söyleye bitmiş eve varılmıştır. kapının kilitli olduğunu bilirsiniz yan komşunuz her zaman ki gibi erken uyanmıştır kendi kapısını açar size ordan evin damına atlanır. usul usul sessizce merdivenlerden inersiniz. kokusuna hasret kaldığınız annenizin koynuna girersiniz kokusunu ciğerleriniz taaa en ücra köşelerinize kadar çekersiniz. o'da kokunuzu alır almaz uyanır. "yavruuuuum" diye bir nara atar, tüm ev ayağa kalkar uyku sersemidirler. rüya sanırlar ama, farkına varırlar gerçeğin. tutarsınız kardeşleri öpersiniz. bayram havası vardır artık evde. -olm niye izine gelmedin bunca vakit, hadi gelmedin niye haber vermedin- diye serzenişte bulunur anne. cevabınız tatlı bir öpücük olur. kahvaltı yapılır hasret giderilir. dışarı çıkacakken anne -nereye- diye bir soru yöneltir. cevabınız -gelirim bir saate kadar- olur. ikinci bir soru daha, lakin bu çok can alıcıdır. -onamı- der anne. -evet- cevabı verilir. -boşver gitme oğlum- karşlığını alırsınız. annenin bu ısrarını anlamaz ona yönelirsiniz. zorda olsa ağızdaki baklayı çıkarırsınız. başkası ile nişanlandığını öğrenirsiniz. geldiğinize geleceğinizi'de bin pişman olursunuz. deli gibi dışarı fırlarsınız. kartal kalesine varırsınız. şehrin en yüksek yerine. artık gözyaşlarını tutmanın bir anlamı yoktur. coşkun nehirler gibi akıp giderler.
anlamsızlaşır birden herşey 'anlamsız anılar' olarak zihninizde yer edinmiştir artık.