Aslında her şey bir otogarda başladı. iki senedir kalbim ilk defa böylesine atıyordu. Kalbimin varlığını yeniden hissettiren kadına gidişim, adeta yeniden doğmuşçasına hafifletiyordu bedenimi ve ruhumu. işte ilk perde de bu sebeple istanbul Esenler Otogarı'nda açıldı.
*
Otobüsün önünde heyecanımı dindirmek için bir sigara içmeye karar verdim. Oysa bir süredir ara vermiştim. Bir büfeden bir paket sigara aldım ve onu düşünerek sigaramı içmeye koyuldum. yeniden yaşadığımı hissetmek gibiydi kalp atışlarımın varlığıma etkisi. iki senedir yasını tuttuğum kadın, sanki hiç yoktu. Unutmuştum sanki artık onu. Sanki artık her gece rüyalarımda görmekten vazgeçecekti onu benliğim. Acısını duymayacaktı daha. Yanmayacaktı artık deli deli.
*
Birden otobüse yaklaşan tanıdık bir kokuydu hissettiğim... Tanıdık, sevildik, koklandık... Bu iki senedir yasını tuttuğum kadının kokusuydu. Başımı çevirdim, gelen oydu. "Beni unutamazsın" dercesine karşıma çıkmıştı birden. Otobüse yaklaşmış, bavullarını görevliye vermişti. Sonra beni görüp yanıma yaklaşmıştı. Merhabasıyla şaşıran algılarım, tesadüfler çıkmazında olan biteni anlamaya çalışıyordu. Havsalası dağılmış düşüncelerimde dağınık izler bırakarak yaydığım tespitlerimde, çelişik tahminlerin hengamesine düşmüştüm. Neden burada olduğumu o, neden burada olduğunu ise ben, merak etmiştik. Bir arkadaşına gittiğini söyledi. Ben ise sessizce dinlemiştim. Nereye gittiğime meraklı bakışlarını doyuramaya isteksizdim. Meraklarıyla bütünleştirmekten çekindiği ısrarı belliydi. Ama o bölümü boş bıraktım. Sadece dinledim. Tesadüfe şaştım. Hiç ilgisi olmadığı bir ile giden bu otobüste ne işi vardı? Sonrasında kalbimi yeniden titreten kadın aradı beni. Kim olduğunu, cinsiyetini anlamasına izin vermeyecek şekilde konuştum. Hayatımın geri kalanını tartışma konusu yapmak istemiyordum. Bilmesine gerek yoktu. Bana, telefonda, her molada aramamı söyledi. Özlemini gidermek ve sağ salim yolda olduğumu bilmesi için aramayı unutmamamı hatırlattı. O sırada "bebeim" diyordu. Dizlerimin bağı çözüldü. Yasım olan kadın, titreyen bedenime şaşırmıştı. Biliyordu bu titremeyi, tanıyordu beni. Meraklı düşünceleri kafatasında oradan oraya çarpıyordu sanki. Duyuyordum sesleri. Sonra telefonu kapattık. Soru sormasını istemediğim için havayı değiştirmek istedim. Bir şey isteyip istemediğini sordum. Büfeye gideceğimi ve sigara alacağımı söyledim. Oysa sigaram vardı. Yeni almıştım. Bir su alırsam sevineceğini söyledi. Pek işe yaramamıştı hamlem. Kurtuluş yoktu sanki. Gidip suyu aldım ve geldim. O sırada imdadıma muavin yetişti. Otobüsün kalkacağı anonsunu yaptı. Otobüse yöneldik.
*
Otobüse binince tesadüfler çıkmazı yeniden kendini gösterdi. Ben sol tarafta koridor tarafında oturdum. O ise hemen sağımda koridor tarafında idi. Yanyana idik. Yüzüne bakmasam da şaşırdığını hissettim. Birden bana gitmek üzere olduğumuz şehirdeki kız arkadaşına gittiğinden bahsetti. O an bana olan ilgisini anladım. Gereksiz yere bunu belirtmesinin elbet nedenleri vardı. Sebepsiz ve cevapsız bir gidişle iki senemi soru işaretlerine boğan kadın, uzun aradan sonra ilk defa sorulmayan bir şeyi cevaplama isteği duymuştu. Yola çıktık. Ona hiç bakmadım. Ama bir şekilde bana baktığını hissediyordum. Sonra kısık sesle yanında oturan kıza, ona bakıp bakmadığımı takip etmesini istedi. Bakıp bakmadığımı sordu. Cevap hep bakmadığım yönündeydi.
*
Bir süre sonra mola verdi otobüs. Hızlıca inip, bir masa buldum kendime. Kalbimi yeniden titreten kadını aradım. Bu mola yerine ilk gelişimdi. Burada yemeklerin temiz olup olmadığını sordum. Yemememi söyledi. Temiz yapılmadığından bahsetti. Açtım. En azından gözleme yemek için bahane türetiyordum telefonda, gözlemeden bir şey olmaz diye. O halde bir tane yememi söyledi. Telefonda "bebeim" derken içimi titretiyordu. Telefonu kapattık. Gözleme siparişimi verdim. Sonra yanıma o geldi. Yüzüme baktı davet etmemi bekler gibi. Oysa davet etmedim. Yüzüne "hayırdır" ifadeli bir bakış attım. Ama yine de oturdu bir sandalye çekip. oturduktan sonra bir şey yiyip yemeyeceğini sordum. O da gözleme istedi. Siparişi verdim. Sonra ailemi sordu. Annemi, babamı, kardeşlerimi... Ne zaman kavga etsek, bir süre uzaklaşsak; benimle arayı düzeltmeden evvel lafı uzatarak hep ailemi sorardı. Bu durum bana çok tanıdık gelmişti. Hepsinin iyi olduğunu söyleyerek kestirip attım konuyu. Onun ailesinin de iyi olduğunu umduğum cümleyi kurdum lafı uzatmasına engel olmak için. iyi olduklarını söyledi. Sonra gözlemeler geldi. Yerken konuşmadık. Geren bir sessizlik vardı. Gözlemeler bitince bu geren sessizliği yok etmek için kalbimi yeniden titreten kadını aradım. Gözleme yedim diye bana bir şey olursa ondan bileceğimi söyledim gülerek. Yememe izin vermemesi gerekmiş olabileceğinden bahsettim. Muhabbet açılmasın diye anons duyulana kadar lafı uzattım.
*
Anonstan sonra parayı ödeyip otobüse yöneldim. Ona bakmadım. Diğer molada ise hızlıca tuvalete gittim karşılaşmamak için. Ama tuvaletten çıkınca tesadüf gibi karşıma çıktı. Pek inanmasam da bir şey diyemedim. Hediyelik eşya satan dükkanın önündeydik. Bir şeylere bakıp oyalandık. Kalbimi yeniden titreten kadını aradım. Daha ne kadar yol olduğunu sordum. Sonra anons duyulunca otobüse geri döndüm.
*
Bir süre sonra otobüs tekrar mola verdi. Direk, kalbimi yeniden titreten kadını aradım. Bu molanın son mola olduğunu öğrendim. Heyecanla bana, onlarda kalacağının hayalini kurduğunu ve gerçekleşeceğini söyledi. Ben, kalmak istemediğimden bahsettim ilk seferde. Konuşurken durumdan nasıl sıyrılacağımı düşündüm. Durumu tartışma konusu bile etmediğini belirten bir tavırla bu konuyu kapattığını söyledi. Otobüse geri döndüğümde hafif meraklı, hafif sinirli bir ifade ile bana baktığını gördüm. Telefonda konuşurken beni izlediği belliydi. Niçin yolculuk yaptığımda kafa yorduğu belliydi. Son molayı da bitirdiğimizden uyuyor numarası yapmadım. Şehre girdikten sonra etrafa dikkat kesildim. Bir otel kestirip gözüme, kayıt yaptırmak ve eşyalarımı bırakmak istedim. Güzel bir otel gördüm. inmek istediğimi belirtip indim. Hızlıca otele girip kayıt yaptırdım. Eşyalarımı yerleştirmelerini, çıkmam gerektiğini söyleyip bir taksiye bindim. Otobüse yetişip otobüsü durdurdum. Tekrar yerime oturdum. Herkes şaşkındı. Onun da gözleri üzerimdeydi. Eşyasız geri dönmüştüm. Anlamaya çalışıyordu. Az sonra otogara varıyoruz. Gözleri üzerimde, kimin karşılayacağına baktı. Kalbimi yeniden titreten kadın, otobüsün kapısında beni karşıladı. Sarıldık, öpüştük. Onu almaya kimse gelmemişti. Bana olan keskin bakışlarını fark etmişti kalbimi yeniden titreten kadın. Kim olduğunu sordu. Kim olduğunu söyledim. Zaten daha önce anlatmıştım kim olduğunu. Anlatımlarımdan biliyordu onu. Sonra onu almaya gelen olmadığından bahsederek, onu da bırakmamız gerektiğini söyledi. Pek hoşlanmasam da, orada tartışmak istemedim.
*
Sonra onu da alarak minibüse bindik. Birbirine bakan koltuklarda yanyana ama onunla karşılıklı oturduk. Ben yorgundum. Kalbimi yeniden titreten kadın bunu hissedip, başımı göğsüne yasladı. Bense biraz tedirgindim. Kıskançlık krizinin kopmasından korktum. Bir süre sonra inip, onu gideceği apartmana kadar bıraktık. Onunla muhabbet ederken gittiği daire numarasına kadar öğrendi. Bu merakı beni daha da tedirgin etti. Arkadaşlarına orada kalanları araştırtacağına adım gibi emindim. Ama ses çıkarmadım. Onu bıraktıktan sonra acıktığımı söyledim. Beni güzel bir yere götürmek istediğinden bahsetti. Ama dayanamadım ve çabucak bir şeyler yemek istediğimi söyledim. Ben dayanamayınca en yakınımzda dürümcü olduğunu söyledi ve oraya gittik. Bir şeyler yiyip karnımızı doyurduk.
*
*
*
Sonra deniz kenarına gittik. Dünyanın en güzel manzarası oradaydı. Üç tane güneş gördük. Biri tam ortada ve yüksekte. Diğer ikisi ise ortadakinin sağ ve sol yanında daha alçakta ama aynı hizada. Denizde birçok korsan gemileri vardı eskilerden kalma. Otantik bir manzarası ve el değmemiş bir edası vardı. Gemilerin hepsi terk edilmişti. Hepsi demirliydi. Güneş, alışık olduğumuz aydınlıkta değildi. Gün batarken kızıllaşan ve alışık olduğumuz güneşin sarıya çalanı, gündüzleri var olanmış. Batmaya yakın ise kızıla dönüyormuş ışıkları. Önce en yüksekteki güneş batıyormuş. Sonra sağındaki, en sonda da soldaki batıyormuş. Ama hepsi, oturduğumuz banktan bakınca, tam karşımıza denk gelmişti. O sahil şeridinde olan tek bank da o idi. O bankta oturma hakkını elde eden biri olursa ve eğer isterse, o sahilde başka kimse olmuyormuş. Kalbimi yeniden titreten kadın bir şekilde o banka oturma hakkını elde etmiş ve bu eşsiz hakkını benimle kullanmayı seçmişti. isterse, şehirde dolaşırken de şehri insansızlaştırma hakkı vardı. Her şey sadece ikimize özel kalabilirdi. Öyle de istedi. Başka kimseler yoktu koskoca sahilde ve o eşsiz manzarada. Sonra bu hakkını bana verdiğini söyledi. O andan sonra hakkı bitene dek, seçimleri benim yapacağımı söyledi. istersem insanlarla doldurup, istersem yalnız kalmayı seçeceğimi söyledi. Ben, kimseyle paylaşmak istemedim o anı. Sadece kalbimi yeniden titreten kadın olsun istedim. Yalnızlığı seçtim. Denizin üzeri, üç güneşin de etkisi ile kızıla çalan koyu sarı bir renge boyanmıştı. O eşsiz renkte parlıyordu. ilk defa gördüğüm bir renkti. Denizin üzerini ayna gibi kaplamıştı. O an ressam olup o anı resmedebilmeyi çok istedim. O güzel manzaranın büyüsüyle, akşama kadar oradan ayrılmayı hiç istemedik. Akşam olup acıkana kadar orada kalmak istedik. Yolda uykusuz kaldığımdan, başımı banka yaslamak istedim bir ara. Başım, bankın sert tarafına geldi. Bunu görüp "bebeim koluma yat" dedi. Kolunu omuzumdan dolandırdı ve başımı yasladı. Elleriyle de bir yandan saçlarımı okşamaya başladı. O halde manzaraya takıldı gözlerimiz. Her şey çok güzeldi. Hiç yaşanılmamıştı. ilk defa yaşanan bir şeyin heyecanıyla çarpıyordu kalplerimiz. Saçlarımı okşadıkça mayıştım. Uykum geldi. Tek kelime etmeden manzaranın büyüsüyle konuşuyor gibiydik. Üç güneşe ve denize bakıyorduk. Sonra uykudan gözlerim kapandı. Ama düşümde bile aynı manzarayı görmeye devam ettim. Uçan kuşlar, dalgalar, gemiler, üç güneş; düşümde de beni yalnız bırakmamıştı. Kalbimi yeniden titreten kadın da yanımdaydı.
*
Sonra güneşler kızıllaşmaya başladı. Ama alışık olmadığımız bir şey olduğundan akşam olmaya başladığını anlamadık. Gözlerimi açtım. Birbirimize baktık. Önce, en yüksekte olmasına rağmen tepedeki güneş battı. Sonra sağdaki güneş battı. Soldaki batmadı. Sadece alçaldı. Manzara daha karanlık ve kızıl bir hal aldı. Eşsiz bir renge büründü ortalık. ilk defa gördüğümüz bir renk daha... Sonra biraz yürümeye karar verdik. Ben uykuluyum diye koluma girdi. Sersem gibiydim. Ama bilincim yerindeydi. Oradan buradan konuştuk. Sonra batmamış tek güneş de ağır ağır battı. Batışını izledik. Eşsizdi. Enteresandır, karanlıkta bir adam gördük. O bizi fark etmedi. Oysa kimse olmamalıydı etrafta. Az ileride bir kayanın üzerinde oturmuş denize bakıyor. Yanına gittik. Babasıymış. Şaşırdık karşılıklı. Bahsettiği arkadaşının ben olduğumu anladı. Süzdü beni. Bense pek süzmeye cesaret edemedim. Sonra elimi uzattım ve tokalaştık. Annesiyle tartıştığını söyledi. O an yalnız bırakmak istedim onları. Uzaklaştım biraz. Konuştular bir süre. Sonra yanlarına gittim. Babası uzaklaştı. Karanlıkta kayboldu. Sanki hiç gelmemişti. Koluma girdi. Her zamanki iç gıdıklayan gülüşüyle geceye renk verdi. içmeye gitmek istediğini söyledi. Oranın en ünlü mekanına götürdü beni. Ama normalde çok kalabalık olması gereken yerde kimse yoktu. Her yer terkedilmiş gibiydi. Sanki tüm dünya bize tahsis edilmişti. Ama mekan, normalinden daha otantik bir dekora bürünmüştü. Sağır sessizlik her yerde hakimdi. Karşılıklı bakıştık. Karanlıkta bir garson belirdi. Ne istediğimizi sordu. Siparişimizi verdik. Hiç şarap sevmezdi ama kırmızı şarap söyledi. Bense bir şey içmek istemedim. Onu izlemeyi tercih ettim. Eşlik etmemi istedi, ısrar etti. Bir kadeh rakı söyledim. Sonra niye kastığını anlamadığını söyleyerek şarap sevmediğinden bahsetti. Bira istedi. Gülüştük. Garsonların işi bitince elimi çıtlattım. Hepsi kayboldu. Birden masamızın bulunduğu yer, bir meydan gibi bir yere dönüştü. Etrafta restoranları olan, avlusunda sadece bizim masamızın olduğu bir meydan... Işık beliren tek yer, restoranın içinden cılız bir şekilde beliren camın olduğu bölümdü. Geceyi aydınlatansa sadece ve sadece gözlerindeki ışıltı idi. Otobüsten indiğimden beri gördüğüm tek beyaz, aydınlık ışık; o an karanlığı aydınlatan ve gözümü almayan gözlerindeki ışıltısıydı. Ay ışığından daha berrak, ay ışığından daha aydınlıktı. Far ışığı gibi değildi. Kaynağı bellisizdi. Ama gözlerinden yayıldığını biliyordum. Dünyanın dönüştüğü o yerde, tek beyaz ışıktı gözlerindeki. Üç güneş bile kızıl sarısıydı sabahları. Akşama doğru ise kızıl.
*
Birden bana baktı. Ellerini birleştirip, ellerinin tersine çenesini yasladı. Başımı döndüren bir bakıştı gördüğüm. Sonra bakamadım uzun süre. Çatalla oynadım. Oysa yemeğimiz bitmişti. Sanki bir şeyler söylememi ister gibiydi. Boncuk boncuk terlediğimi hissettim. Terimi sildim. O durumdan sıyrılmaya ihtiyacım vardı. Ortamı şenlendirmek isteyip istemediğini sordum. Tercihi bana bırakınca ellerimi çıtlattım. Her yer masa doldu. insanlar, müzik, garsonlar, dansözler... Bir süredir içtiğim kadehimden bir milim eksilmemişti. Ama o üç bira içmişti. Biraz çakırkeyif olmuştu. Yürümek istedi. Elimi çıtlattım ve insanlar kayboldu. Yine sahile gittik. Deniz görünmüyordu burnumuzun dibinde olmasına rağmen. Sanki gemiler yok olmuştu. Gördüğümüz sadece hiçlikti. Her yer gözlerinin ışıltısı ile aydınlanmış ama deniz, zifir karanlıktı. Sonra yanağıma bir öpücük kondurdu dudağının iç tarafıyla. Sıcacık bir öpücüktü. Tam bir şey diyecek gibi oluyordu, elimle kapattım dudağını. Söylemesine engel oldum diyeceklerini. Sonra kırk saniye kadar bakıştık. Başım dönüyordu o bakışından. Gözlerinin ışıltısı ile büyülendim. Sayfalar dolusu anlatılabilecek o bakışın etkisiyle kendimden geçtim, iç çektim. Banka oturduk. Sonra uykusu geldi. Onlara gideceğimizden bahsetti emrivaki tavırla. Ben kendisini bırakabileceğimi ama onlarda kalmayacağımı söyledim. Otele yerleştiğimden bahsettim. Eve gidene kadar etimi sıktı. Kalmaya ikna etmeye çalıştı. Evine vardığımızda kapıyı babası açtı. içeri buyur etti. Ben girmek istemedim. Uykum olduğunu ve otele yerleştiğimi söyledim. En azından bir şeyler içip öyle gitmemde ısrar etti. Annesi ve ağabeyi beni süzdü. Babasıyla beraber üçümüz muhabbet ettik. Sonra kalkmak istediğimi söyledim. Ayağa kalktım. Kalmam konusunda ısrar ettiler.
*
O sırada telefonum çaldı. Kayıtlı olmayan bir numara. Telefonu açtım. Arayan, kalbimi hiç olmadığı kadar mutlu edip sonra iki sene yasını tutturan o kadının arkadaşı. Kendisini eve bıraktığımızdan sonra rahatsızlanmış. Telaşlandım. Kalbimi yeniden titreten kadın ne olduğunu sordu. Anlattım. Kızgın ama çaresiz bir bakış attı. Gitmem gerektiğini biliyordu ama istemiyordu gitmemi. Çaresizce "git" dedi ben bir şey söylemeden. Gittim. Kapıyı arkadaşı açtı. Onu sordum, içeride yattığını söyledi. Bir odanın kapısına götürdü beni. Açıp kapıyı içeri girdim. Yatakta yatıyor. Yorgan, boğazına kadar çekili. Yüzü ise boncuk boncuk terli. Nasıl olduğunu sordum. Anlayamadığını, beni çağırmasını istediğini söyledi. Kapalı gözleri açıldı. "Hoşgeldin" dedi. O sırada kız arkadaşı kapıyı çekip dışarı çıktı odadan. Alnına koydum elini. Ateşine baktım. Ateşi yoktu. Halsiz görünüyordu ve çok terlemişti. Bir anda buz kesmişti. Şaşırmış ve endişelenmiştim. Nolduğunu sordum, bilmediğini söyledi titrek bir sesle. Sonra birden sıcakladı, ateş kesildi teni. Sıcaklayınca, sarıldığı yorganı attı üstünden. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Çırılçıplaktı karşımda. Sadece, beraber olduğumuz dönemde yatarken benimle olduğunda giymek için aldığı minisi vardı. Onu özel gecelerimizde giyerdi. O anda üstündeki tek şeyin o olmasına şaşırmıştım. Bir enteresanlık sezmiş ama ne olduğunu anlayamamıştım. Üzerine giydirmek için bir şeyler aradım. Sonra buldum. Giydirirken zorlandım. Kollarını kaldıramıyordu bile. Tekrar yatırdım. Yüzüme baktı. Eskilerden kalma bir bakış attı bana. Konuşmamı istediğinde attığı bir bakıştı. Sonra yanına yatmamı istedi. Uyuyabilmesi için yanına yatıp, saçlarını eskisi gibi okşamamı istedi. Yapamayacağımı söyledim. "Ama yapmazsan öleceğim" dedi. Bir an üzüldüm. Yanına uzandım. Temas etmeyecek şekilde, vücudumu dokundurmadan ellerimle saçlarını okşamaya çalıştım. Mis kokan saçlarının kokusunu almamak, büyüsüne kapılmamak için burnumdan nefes almadım. Bana yakınlaşmaya çalıştı. Yatakta boş yer kalana kadar geri çekildim. Bir elini omuzuma koydu. Tepki vermedim. Eskiden onun yüzünü sevdiğimde parmağını gezdirirdim yüzünde. O da omuzumda parmağını gezdiriyordu. Ama oralı olmadım. Bir anda öpmeye çalıştı. Yüzümü çevirdim. Kulağıma geldi dudağı. Sonra kalktım yataktan. Bir anda geçti hastalığı. Ya da ben öyle hissettim. O da kalktı. Üzerine giydirdiğim şey bir anda kayboluverdi. Sonra yere yığıldı. Çırılçıplak kaldı. Yine hastalandı bir anda. Sırtında az evvel görünmeyen yeşil bir dövme belirdi. Arkadaşı da girdi odaya. Çok ateşi vardı. Ateşini düşürmek için banyoya sokmamız gerektiğini söyledi arkadaşı.
*
Banyoya girdik. Arkadaşı dışarı çıktı. Aklıma eski günler geldi. Hep birlikte banyoya girer, birbirimizi yıkardık. Hep öperek yıkardım onu. Her banyoya girişimizde su akarken üstümüze, sevişirdik. Bensiz banyo yapması dahi yasaktı. Oysa o an küvette felçli gibi duruyordu. Sadece başını oynatabiliyordu. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Enteresandı bakışları. Bakamıyordum gözlerine. ilk defa onu anne şefkatiyle yıkıyordum. Vücudunu sevmeden, her noktasını öpmeden... O an, artık onunla olamayacağımı anlıyordu. Gözlerinden taşan hüznü görüyordum. Dökülen sadece hüzündü, yaş değil. Boğazının düğümlendiğini hissediyordum. O düğüm bende de olmuştu. Yıkamaya devam ettim. Ateşini düşürdüm. Sonra kuruladım yavaşça. incitmemeye gayret ettim. Dizime yatırıp özenle kuruladım. Hareketsizdi. Sonra yatağına götürdüm. Üzerine bir şeyler giydirdim. Üzerine bir şeyler örttüm ve yatağının yanına bir sandalye çektim. Sonra uyudu. O yuduktan sonra ben de uyuyakalmışım. Odanın kapısı açılanca irkildim. Kapıya baktım. Gelen, kalbimi yeniden titreten kadındı. Beni uykulu ve sandalyede görünce rahatlamış bir hal aldı. Yanıma geldi. Çok enteresan bir şey söyledi bana: "Teşekkür ederim, ilk defa bu kapıdan üzgün girmiyorum" dedi. O an anlayamadım o lafı. Şaşırdım. Gülümsedim. Yanağıma bir öpücük kondurdu ve gitti. Giderken yatakta yatan ve artık yasını tutmadığım kadın tarafından fark edildi. Kalbimi yeniden titreten kadını görmek üzdü onu. Sabaha kadar hiç konuşmadık. Ben sandalyede, o ise yatağında sessizce sabahı bekledik. Sabah oldu ve iyileşti. Bense kötü gününde yanında olmanın huzuru ile terk ettim orayı.