bu film bana koydu. iyi oyunculuk, kötü oyunculuk, zart zurt bilmem ama bu film bana koydu arkadaş.
koymasının nedeni de umutsuz aşk filan değil; filmin anlattığı ana öğeyi bir kenara koyun, aşkı, ada'yı, kavuşamamayı, yarım kalan aşk acısını. boşverin hepsini, sikmişim adasını da aşkını da zaten. bir adam hayatta ne ister, neyin hayalini kurar gençken: çok para kazandığın ve sevdiğin bir iş, güzel bir kız arkadaş, özgür bir hayat. daha ne olsun zaten. ama bu filmi izledikten sonra düşünüyorsun, bu mudur?
çok parası olan bir adam düşünün, hep hayalini kurduğu işi yapan, esnek çalışma saatleri olan, istediği her şeyi satın alabilen, özel zevklerine(plak biriktirmek gibi) vakit ayırabilen bir adam. güzelce bir kız arkadaşı da oluyor sonra zaten. adam tek başına yaşıyor ama, sorumluluk yok, istediği gibi yaşıyor, karışanı yok görüşeni yok. ideal mutluluk tanımı. ve sonra bir film çıkıp bu adamı gösteriyor, mutsuz, yalnız, çökmüş, ıssız. da daaam. işte hayatın bokluğu tüm gerçekliğiyle karşımızda: olmuyor, mutluluk gelmiyor, hayatı ıskalayanlardansan hep, tutunamayanlardansan, yetmiyorsa hiç bir şey mutlu olmaya; yetmez, yetmeyecek de. hayat boyu mutsuz olacaksın. ne yaparsan yap, ne kadar para kazanırsan kazan, kimi tavlarsan tavla hep dolmayan bir boşluk olacak içinde. ve keşkeler olacak hayatınla ilgili kurduğun her cümlede. çaresi yok kardeşim, ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın, kendin içindeyken kafan dışındaysa her akşam böyle içip mutsuz olacaksın.