"kimi kaybettiriyor izini, çocukları da kayboluyor kendi dünyalarında ama.
kimi alt edemiyor bu eksiklik duygusunu, kimi daha çok güçleniyor.
kimi sindiremiyor başına geleni, kimi kabullenip hak veriyor belki.
kimi nefreti öğreniyor daha çocuk yaşta, kimi ise sonradan sevmeyi.
evde kavga gürültü yok. o güne dair hatırladığım ilk şey sessizlik. kimse konuşmuyor.
sen toparlanıyorsun. oldukça büyük bir valiz yatağının üzerine duruyor. acele de etmiyorsun. yıllar sonra düşündüğümde şaşıyorum o anki sakinliğine. ben kapı ardından seni izliyorum. ters giden bir şey var ama ne?
yaştan sebep belki ya da akıl ermediğinden soramıyorum kimseye de. izliyorum sadece. ağlıyorum ara ara, kesik kesik. bağırıp çağıramıyorum. sanki benim sesim bir çıksa, evde de bir kıyamet kopacak. o sessizliği bozamıyorum. bekliyorum.
valizi kapatıyorsun. sürükleye sürükleye kapıya doğru ilerliyorsun. gidiyorsun. terk ediyorsun.
kapıdan çıkmadan, kulağıma eğiliyorsun. bir şeyler geveliyorsun, bilmem şimdi hatırlıyor musun? ben unutmuyorum.
o günkü sessizlik unutulmaz kılıyor içimdeki çığlıkları.
ne zaman çığlık atmak istesem, o derece bunalsam, çıt çıkmıyor etrafımda. tanıyanlar biliyor artık, bir ses çıkarsa kopartırım kıyameti. tahammülüm yok uğultuya.
o an babama kızdığını düşünüorum, onu terk ettiğini.
yıllar sonra anlıyorum ki terk edilen benmişim aslında, benden başka herkes devam etmiş sonra hayatına".
izmit/1996
zor bir süreç bu. inkar, isyan, yerme, kabullenme, affetme yahut affetmeyip boşverme gibi zorlu etapları olan bir süreç.
-inkar ediyorsun- giden dönecek sen buna inanıyorsun. çalan her telefonu "ya oysa" diye açıyorsun. senden önce biri açarsa o telefonu kızıyorsun çocuk aklınla. bekliyorsun işte. özlediğin kadar özlendiğini sandığın yaşlar. necati cumalı'nın şu dizeleri o yıllardaki hislerimi özetler:
"her gece açıp penceremi bağırıyorum / seni seviyorum duyuyor musun / arada evler oteller dükkanlar / çekip o otelleri bir kenara / her gece sokak sokak seni arıyorum / arada rıhtım var deniz var vapurlar / denizi vapurları koşa koşa geçiyorum / ay ışığında kalkan uçaklara yetişip / itiş kakış bilekler eller ayaklar / her gece sana doğru geliyorum tekrar tekrar".
-sonra çekiliyor isyan bayrağı- sorular pehdahlanıyor peşisıra. sen soruyosun sen yanıtlıyorsun. unutmak için en çok gayret gösterdiğin dönemler bunlar. unutuyorsun gideni, bu nefret öyle bir şey ki kendi içinde öldürüyorsun nefes alan birini.
-yeriyorsun sonra- en kolay evre bu belki. eleştirecek öyle çok şey buluyorsun ki... kıyas yapmaya başladıkça gözlemlediklerinle, farkı algılaman kolay oluyor. "doğuran mıdır anne, büyüten mi yoksa" gibi münazara konularında hep aynı safta yer alıyorsun. bu gibi tartışmalarda, savunulan şeyin doğruluğundan ziyade nasıl savunulduğu önemlidir ya, karşında aksi fikri anlatanları bir bir susturmayı beceriyorsun neden çünkü duyduklarını değil yaşadıklarını anlatıyorsun. birkaç dize de ümit yaşar oğuzcan'dan: "öylesine yıktın ki bütün inançlarımı / beni bensiz bıraktın / beni sensiz bıraktın".
-kabullenme evresi- tökezlemezsen şayet eksikliklerini dert etmeyi değil, elinde olanlar ile yetinmeyi ve bunlar için şükretmeyi öğreniyorsun. açıklarını yalan yanlış şeylerle kapatmayı bırakıp yüzleşmeyi seçiyor, yüzleştikçe kendini tanıyorsun. gideni anlaman yahut ona hak vermen şart değil kabullenebilmen için. kabullenebilmek için bir şeyleri, anlamak gerektiğini savunanlar sıklıkla reddedenler oluyor başa geleni.
-sonrasında affetmiyorsun belki- gene de "yolu açık olsun" diyorsun gidenlerin.
hayatına bir sebeple girenlere bağlanmıyorsun körü körüne, "o olmazsa yaşayamam" demiyorsun asla, çocuk yaşta terk edilenler iyi bilir neden çünkü ufak yaşta tecrübe edinmiştir; herkes bir gün çekip gidebilir. bunları idrak etmen affetmeni gerektirmiyor elbette.
-ya da affediyorsun- geçmiş yıllarındaki boynu büküklüğünün hesabını kimsenin veremeyeceğini bildiğinden, geçmişle olan hesabını sen kapatıyorsun. boşverip önüne bakıyorsun.
terk edilmek neler hissettirir insana, bunu daha çocuk yaşta öğrenmek haksızlık değil midir? kulağa fısıldanan bir söz nasıl dert olur o yaşta hiçbir şeye aklı ermeyen zihine? bunu hissettireni affetmek meziyet değildir de nedir?
söylesenize zor değil midir sizce de?
"zoru başardık" diye kandırdık mı yoksa kendimizi senelerce?
bugün ne hissediyorsun derse biri, gene bir şiir ifade eder aklımdan geçenleri.
"sen benim hiçbir şeyimsin / yazdıklarımdan çok daha az / hiç kimse misin bilmem ki nesin / lüzumundan fazla beyaz / sen benim hiçbir şeyimsin / varlığın yokluğun anlaşılmaz".